27 Nisan 2011 Çarşamba

(R)itüel

        Ne vakit yüreğine düşse buralardan çekip gitme arzusu, ne vakit kararsız kalsan "gitmek" ile "kalmak" arasında, tren garlarında en az bir saat geçirmelisin kendinle baş başa. Ancak orada varabilirsin doğru bir karara.
        Cinler gözetler geleni gideni Haydarpaşa Gar'ında. Merakla seyreder kavga eden çiftleri, kavuşan sevgilileri, tayini çıkan öğretmenleri, parçalanan aileleri, büyük idealleri, kısıtlı imkanlarda Anadolu'dan gelen gençleri, kaderine meydan okuyanları ve kaderine boyun eğen niceleri... Dinmeyen bir merakla seyrederler Ademoğullarının, Havvakızlarının bin bir türlü hallerini.
        Olur da bir sabah erkenden tepen atar, gözün kararır, gidesin tutar, yüreğin sıkışıverirse; hani olur da uykusuz bir gecenin şafağında "gideyim ben artık buralardan" diyerek atarsan kendini sokaklara, plansız, hesapsız ve akılsızca; yani olur da bir sabah yolun düşerse güvercinlerin gölgelerinin vurduğu, sayısız yolcunun aşındırdığı peronlara, bir an için dur öylece. Nefes dahi almadan bekle ve sadece dinle.
        Fısıltılarını duyabilirsin. Yaprak hışırdaması gibidir sesleri, öylesine belli belirsiz. Zaman zaman yükselir nağmeleri, iner çıkar. Başka şeyler de çalınır kulağına, yeterince oyalanırsan oralarda. Kim bilir belki de kıkır kıkır güldüklerini ya da ince ince ağladıklarını da duyarsın gardaki cinlerin, perilerin...
        İnsan denilen mahlukatı tanımak için yolculuklardan, yollardan öte fırsat mı olur? İstanbul'dan gidenlerin de, şehre daha yeni gelenlerin de huyunu suyunu keşfetmek için Haydarpaşa Garı'ndan öte mekan mı var?
        Pür dikkat dinler cinler ve periler bu çatının altında konuşulanları. Kaydederler gözlemledikleri ayrıntıları. Peronlardan, vagonlardan cüzdan ve bavul kaçırırlar. Onların içinde biriktirirler tüm bu yolculardan geriye kalan heves ve hüsran dolu hikayeleri...
        Biz on dört milyon İstanbullu bunun farkında olmasak da pek, hayatımızın sınır boylarını tutar Haydarpaşa Garı'nın silüeti. Görev başında unutulmuş ama kendisi görevini hiç unutmamış bir sınır muhafızı gibi bekler sakin ve sessiz ama hep tetikte. Gölgesinin düştüğü yer bir uç boyu, keskin bir kenardır aslında.
        İstanbul'a sonradan gelenler daima iliklerinde hissederler o sınırı. Anlatamazlar kimseye. Bu şehrin küstürdüklerinin sırdaşıdır Haydarpaşa Garı. Ve en iyi o bilir şu hakikati:

İstanbul'da bir sevdiğin varsa, üstüne üstlük bir de İstanbul'u seviyorsan eğer, ne kadar uzağa gidersen git ve nasıl bir hızla, gene de kurtulamazsın bu şehirle cebelleşmekten rüyalarında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder