19 Eylül 2011 Pazartesi

(G)eçmiş

        Bir hafta önce en yakın arkadaşlarımdan birinin doğum gününü kutlamak için Taksim'deydik. Tüm plan ve hazırlığı bizzat kendim yapmıştım. Başlangıç mekanı olarak Leyla Teras'ı seçmiştim. Pastayı orada kestikten sonra gecenin ilerleyen zamanında ne yapmak istiyorsak kendimiz belirleyecektik. Buluşma mekanı Leyla Teras'a geldiğimizde beş kişiydik, daha sonra gelen arkadaşlarla beraber sayımız sekize çıktı. Eğlenceli bir gruptuk. Hepimiz anlaşabiliyorduk ve bu gece sapına kadar eğlenmek istiyorduk. Leyla'da içip çakır keyif olduktan sonra canımız shot yapmak istedi. Nereye gitmemiz gerektiğine dair değişik fikirler olsa da son karar Montreal'di. İstiklal'in Asmalı tarafında şirin bi bardı Montreal. Binbir çeşit shot seçeneğinin arasından kendime seçtiğim 8 shotı arka arka çakarken, arkadaşımın donmuş bakışlarıyla karşılaştım. Sırtım kapıya dönük olduğu için ne olduğunu anlamam biraz zaman almıştı. Arkadaşımın baktığı yöne kafamı çevirdiğimde üzerinde çizgili kapişonlusu ve kulağındaki küpesiyle O'nu gördüm! Arkadan görmüştüm ama görür görmez tanımıştım; bu Söz'dü.
        Dünyanın ne kadar küçük olabileceği ve aynı mekanda karşılaşma ihtimalimiz olduğunu düşünüp şaşırmıştım. İçimde en ufak bir kıpırtı yoktu; içmeye devam ettim.
        Gecenin ilerleyen saatlerinde kafam ardarda yaptığım shotlarla iyice çakır keyif olmuştu. Montreal'den sonra nereye gideceğimize bir türlü karar verememiştik. Sonuç : Machine'di!
        İçeri girdiğimde kendinden geçmiş insanları dans ederken buldum. Herkes kendini müziğe kaptırmıştı. Çok geçmeden biz de kendimizi o insanların arasına, müziğin ritmine, dansın kıvraklığına bırakmıştık. Bi ara karanlık mekanda tanıdık bir yüz gördüm. Işık bir yanıyor, bir sönüyordu. Ortalık her aydınlandığında aynı yüz beliriyordu önümde ve gittikçe yaklaşıyordu. Son kez nefesimi tutup kim olduğunu merak ederken, yani tam yanımdan geçerken, ışık bir kez daha aydınlattı O'nun yüzünü; karşımdaki yüz bir zamanlar aşık olduğum adamın, uğruna kilometreleri göze aldığım adamın, kendi dünyasını arayıp duran adamın, Söz'ün, yüzüydü.
        Saniyelik bir göz göze gelişti; belki farketmişti belki farkında bile değildi. Hayat tesadüfleri severdi; ama bir gece içinde iki tesadüf kasda girerdi. Ve gece başladığı gibi biterdi.

8 Eylül 2011 Perşembe

(F)arz-ı Misal


        Farz-ı misal üç kişiyiz bu yolda; Ben, Sen, bir de O. Tamamen farklı hayatların ortak bir çatı altında toplandığı üç kişi. Uzun zamandır tanırız birbirimizi. Çokça da severiz zaten. Sık sık görüşür, hem güler hem ağlarız. En mutlu zamanlarımızda da yanyanayızdır, en acı günlerimizde de. Ayrılamayız birbirimizden. Alışkanlık değildir bu; bizi birbirimize çeken birşeyler vardır ama ne olduğunu kestiremeyiz kolayca. Başkaları çıkar karşımıza; yeni insanlar. Adım atmaya çalışırız dostça, ama birbirimizden de uzaklaşmayız. Sonra bakarız ki bu bizim çemberimiz, ayrılmak istemediğimiz çember kendine çeker yine bizi. Kopamayız birbirimizden. Bu çember huzur verir bize. Kimi zaman eser gürler bağırırız birbirimize, kimi zaman da su sızmayan, yeri başka hiçbir şeyle dolmayan anlarımız olur. Bol bol gülümseriz. Sadece fotoğraflarda değil; beynimizde, yüreğimizde hapsederiz acı-tatlı tüm anılarımızı. Yol gösteririz birbirimize, en umutsuz karanlık gecelerde ve en dipsiz çıkmaz sokaklarda bir fener görevi üstleniriz. Aydınlatırız birbirimizin yolunu, çeker alırız çıkmaz sokaklardan. Koynumuzda beslediğimiz sadece sevgi değil; kardeşliktir aynı zamanda.
      Ben uzun zamandır denizlere vurgun yaşarım. Hayatım denizdir benim. Kendimi böyle kabullenmiş, böyle yaşamaya alışmışımdır. Zaman zaman kudurur dalgalanırım, zaman zaman bir ölüden farkım olmaz. Yeri geldiğinde en derinimdekileri gösterip berraklaşırım, yeri geldiğinde o kadar bulanıklaşırım ki; insanlar yanıma yaklaşmaya korkar. Ben'im hayatım denizdir. Kendim ve yakın çevrem için ne kadar deniz olarak bilinsem de; daha da yakın çevremin bundan ruhu bile duymaz. Onlara karşı hep saklarım bu yüzümü. Gel-gitli zamanlardır bunlar, oldukça zordur kendini gizlemek. Ama gizli yaşamak kanımda vardır. Deniz olmayı bildiğim kadar, küçük bir su damlası olmayı da bilirim. Bu Ben'im hayatımdır; Ben denizimdir.
        Sen benden çok daha önce denizleri sevmişsindir. Kabullenmişsindir bu durumu yıllar öncesinde. Hiçbir pişmanlık duymamışsındır. Rahatsındır da aynı zamanda. Hayatta kim olursa olsun çekinmeden gösterirsin deniz olduğunu. Öyle bulanıklaşmaya filan da sıkça gerek duymazsın. Berraksındır, saklamazdın hiçbir şeyi. Limanlardır seni ayakta tutan. Kendi dalgalı denizinden sıyrılıp sakin limanlara sığınmışsındır belli bir zamandır. Hoşuna da gitmiştir bu durum; açık denizde olmaktansa durgun limanlara alışmışsındır. Alışkanlıktır bu, ama ses etmezsin. Zaman zaman açılmayı denersin engin denizlerine; ama görürsünki Sen ne denizinden ne de alışkanlıklarından vazgeçemezsin.
        O uzun zamandır nehirlere vurgundur. Nehirdir O'nun hayatı. Dışardan bakanların kolay kolay anlamayacağı, ama içinde olanların akıllarında soru işareti bırakacak bir nehirdir. Öyle her nehir gibi akmaz, yönü belli olmaz. Bilirki her nehirin sonu engin denizlerdir. Ama O denize akmak yerine, denizden kaçar. Kendini bilinmez bir çıkmaza sokacağından, derin sularda boğulacağından korkar. O yüzden yer yer kayalı, yer yer sığ nehrinden uzaklaşamaz. Çıkarıp atamaz kendini denizlere, nedenini anlatamaz kimselere. Etrafında olanlar merak eder bu durumu, bazen bir anlam veremezler ama üstelemezler. Bilirler ki O elbet birgün anlatacaktır.
     
        Birgün O gelir ve tüm hayatının değiştiğini söyler. Artık dağların arasında menderesler çizmekten, dik yamaçlardan aşağı var gücüyle gürlemekten sıkıldığını ve aslında nehir olmayı hiçbir zaman kabullenemediğini dile getirir. Gece gizli gizli herkes uyuduğunda ya da kapalı kapılar ardında denizin koynuna kaçtığını itiraf eder. Sen ve Ben şaşırırız; ama mutlu da oluruz. Bilirizki; ne olursa olsun bizim için önemli olan O'nun kayıtsız mutluluğudur ve bu mutluluğu kimsenin bozmasını istemeyiz. O'nun her zaman yanında olduğumuzu ve hep O'na destek olduğumuzu belirtir; denizin dalgalarına kendini verişini, derinlere dalışını ve yüzündeki gülümsemeyi mutlulukla izleriz.

Bizim hayatımızdır bu; Ben'im, Sen'in ve O'nun

31 Ağustos 2011 anısına... 

1 Eylül 2011 Perşembe

(E)ylül; aniden gelir ...



        Mevsimler arasında ne güzeli hangisidir? Hangisini daha çok seversiniz? Hiç şüphesiz ki herkesin sevdiği mevsim başkadır. Kimisi "Yaz" der hiç tereddütsüz. Deniz, kum, güneş yeterli gelir. Sıcacık kumların üzerinden serin sulara kendini bırakmak, gece sabaha kadar hiç durmadan devam eden müzik eşliğinde açıkhavada dans etmek, sahilde içmek, güneşlenmek, yaz aşkı bulmak, O'nunla ulu orta sevişmek, gezmek, tozmak ... Böyle sürüp gider Yaz mevsimini sevenlerin neden sevdiklerini kanıtlamaları.
        Kimisi "Kış"ı sever. Kat kat giyinmek, ayrılmaz üçlü şapka, kaşkol ve eldiven takmak, miskin miskin adeta bir kedi edasında yorganın altında oturup sıcacık kahve eşliğinde film izlemek, sevgiliye sarılıp yatakta ısınmaya çalışmak, çorapla yatmak, durmadan sümük silmek, seksi sadece ısınma amacıyla yapmak, bol bol şarap içmek, kartopu savaşı yapmak...
        Bazısı "İlkbahar"dan vazgeçemez. Yepyeni bir doğanın sunduğu cömertliğe kapılmak, rengarenk çiçek toplamak, bol bol gül koklamak, t-shirt giymenin dayanılmaz mutluluğunu yaşamak, gece serinliğinde ince bir hırkayı sırta almak, yeni aşklara yelken açmak, balkonda oturmaya başlamak, yeşilin binbir tonuna şahit olmak...
        Ve tabiki "Sonbahar". Doğanın sunduğu cömertliği yine aynı cömertlikle geri almasına şahit olmak, kurumuş yaprakların sesine kulak vermek, bol bol rüzgara maruz kalmak, t-shirt giymenin dayanılmaz mutluluğuna eklenen uzun kollu kıyafetlerin tadını çıkartmak, gece serinliğinde ince bir hırkayı sırta almak, kimi aşklara son vermek, balkon dışında evin diğer bölgelerinde de oturmaya başlamak, kahverenginin binbir tonuna şahit olmak...
        Bana sorarsanız, içinde "bahar" kelimesi geçen mevsim; en güzel mevsimdir. İster ilk'i olsun ister son'u, baharsız hayat çok çekilmez olur. Ne zaman başladığını ve ne zaman bittiğini hiç anlayamazsınız. Göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider hayatımızdan. Daha dün yeşeren ağaçlar, bugün yaprak dökmeye başlar. İnsanın içini kıpır kıpır ederken, bir anda hüzün çökmeye başlar. Mayıs'la başlayan ilk'bahar sevgisi, Eylül'le birlikte son'bulmaya başlar.
        Bakın işte yine her yıl olduğu gibi aynı şarkı çalmaya başladı bile, bu mevsim böyledir aniden gelir, Eylül; aniden gelir ...