10 Nisan 2011 Pazar

(M)itoloji

         Sekizinci sınıftayken gittiğim Ayvalık’taki terkedilmiş, mermer sütunlu eski Yunan kilisesine girdiğim gün başladı sanırım mitolojiye olan ilgim ve sevgim. Her geçen gün katlanarak arttı. Arttıkça Eski Yunan Mitolojisine duyduğum ilgi ve sevgi de arttı. Bir yerden sonra Ege’yi gezmek; benim için o mitoloji ruhunu hissetmekle eşdeğerdi. Beni kendine çeken ve hapseden bir havası vardı ve sonunda “Ege Aşığı” olup çıkmama neden oldu.

        Mitolojiye olan ilgim Zeus’un kaslı vücudu, Hera’nın memeleri, Athena’nın ortalıkta gözüken penisi değildi. Dionysos’un şarap tanrısı olması, Olimpos’un (Kaz Dağları) Tanrıların dağı olması ve tam da bizim topraklarımızda geçen bir konusu olmasıydı. Çanakkale feribotuyla boğazı geçtikten sonra başlayan mitoloji sevgim, Tenedos’ta (Bozcaada) rüzgarla dans eder, ardından hemen adanın karşısındaki Troy’a (Truva) tahta bir at yollayarak saldırır. Assos’un tepesinden Olimpos’u (Kaz Dağları) selamlar. Pergamom’da (Bergama) ilk İyon Uygarlığının izlerini sürer. Mermer lahitleri, kral mezarları, Tanrılar adına yapılmış tapınakları ve harabe kentleriyle Likya Uygarlığı; Bodrum’dan alıp Antalya’ya kadar götürür beni. Hepsi bir masaldır. Her kentin, her tanrının ayrı bir hikayesi vardır. Hepsi bir o kadar masalsı, bir o kadar gerçekçidir. Hiçbir din, hiçbir inanış ilgimi çekmezken, sadece mitoloji beni benden alıp götürür.

        Hiç kuşkusuz ki bu kadar mitoloji seven bir insan olarak benim de Yunan mitolojisinde “en” sevdiğim bir hikaye vardır. Benim hikayem İkarus’un hikayesidir.

        İkarus'un babası Daidalos bilge bir mimardır. Sürgüne gönderildiği Girit Adası'nda Kral Minos'un yanında çalışmaya başlar. Onun isteği üzerine insan başlı, boğa bedenli bir canavar olan Minotauras'ın bir daha çıkmamacasına içine kapatılacağı Labirent'i inşa eder. Ancak bu labirentin gizemini başkaları öğrendi gerekçesiyle Kral Minos, Daidalos ve oğlu İkarus'u Labirent'e hapseder.
        Daidalos, yaratıcı aklıyla, buradan çıkmanın yollarını arar. Kendisi ve oğlu için kanatlar yapar. Bu kanatları bal mumuyla bedenlerine, omuz başlarına yapıştırır. Oğlu İkarus'a tembih eder: eğer çok alçaktan uçarsan denizin nemi kanatlarını ıslatır, eğer çok yüksekten uçarsan güneşin sıcaklığı kanatlarını eritir. Fakat İkarus takma kanatları ile bir kez havalandıktan sonra, aydınlığı, güneş ışınlarını ve bunların ardındaki hakikati biraz daha yakından görmek, öğrenmek ve daha çok özgürleşmek düşüne kapılır. Ancak, güneşe yaklaştıkça, takma kanatlarını bedenine yapıştıran bal mumları erimeye başlar. Ve sonunda İkarus, Ege Denizi'nde Sisam Adası'nın yakınlarındaki İkaya Adası'nın önüne, bugün de, onun anısına, İkarus Denizi denen bölgeye düşer, yitip gider...

        Özgürlük ve merakının peşinden sürüklenip giden İkarus’un sonu ne kadar acı olursa olsun, inandığı şeylerden vazgeçmediği için hep “en” çok sevdiğim hikaye olmuştur benim için.
        Benim kendi İkarus’umla tanışmam da 2008 yılının 22 Mart akşamı gerçekleşti. Ömrümde bir buçuk yılı dolduracağını ve o dönem boyunca benim İkarus’um olacağını bilemezdim...

to be continued...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder