12 Ocak 2011 Çarşamba

(A)lışmak

        İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt'taki giriş kapısı her zaman mı öyle heybetliydi yoksa o gece bana birşeyler mi anlatmak istiyordu bilmem ama bundan yıllar yıllar önce bir erkekle ilk buluşmam işte o heybetli kapının önünde o akşam gerçekleşti. Şimdi artık klasikleşen o ilk tanışma muhabbeti o zamanlar çok daha sıradışı ve acayip görünürdü gözüme, e tabi bir de ilk olması ... O heybetli kapıya gelmeden önceki 2 hafta boyunca MSN üzerinden devam eden birbirimizi tanıma çalışmaları o akşam ilk defa yüzyüze gelerek son bulmaktaydı. Artık yeni bir sayfa açılıyordu önümde. Ya bu heybetli kapıyı heybetli bulmaya devam edip arkamı dönüp gitmeli ve evde kendi işimi kendim görmeye devam etmeliydim ya da o heybetli kapıdan geçip hayatımın tüm gidişatını, belki de hepsini, değiştirmeliydim. Tabiki ben o heybetin büyüsüne kapılıp balıklama daldım kapıdan...
       Gittiğimiz Cafe; Beyazıt sırtlarında, harika bir Galata Köprüsü ve Haliç manzarasına sahipti. İçerisi oldukça salaş ve bakımsız olmasına rağmen, cam kenarında sadece bir masa boştu. İçeri girer girmez ilgimi çeken manzara, masaya yerleştikten sonra da bir süre devam etti. Belki de camdan yansıyan O'nun görüntüsünü manzarayla birleştirmek hoşuma gittiğindendi, belki de zaman kazanmak adına yaptığım küçücük bir nabız yavaşlatma hareketiydi. Sessizliği bozup söze başayan ilk O oldu...
        Benden 2 yaş küçük olmasına rağmen bu konularda ustaca bir edası olduğu sanal ortamda yaptığımız konuşmalardan belliydi.  Cafe'de devam ettiği sohbetten de bunu anlamak hiç güç değildi. O akşam oturduğumuz cafe'de aklıma kazınan sadece iki şey vardı; biri onun her güldüğünde çıkan gamzeleri ve bana söylediği "Boşver, hiç bulaşma bu işlere" cümlesiydi. Oysa manzara çoktan çekmişti beni içine; O zamanlar sevmediğim şehir İstanbul, şimdi akşamın bu saatinde Altın Boynuz Haliç'i ve Galata Köprüsü'yle bu resmin kopmak istemediğim bir parçası yapmıştı beni.
        Racon nedir hiç bilmem. Benim bildiğim beraber bir cafe'de oturur sonra tıpış tıpış evine dönersin. Ama öyle değilmiş. Yoğun ısrarları sonucu cafe'nin ardından kendimi onun pembe duvarlı odasında bulmuştum. Ne yapmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu, tek istediğim O'nu bir kere de olsa öpmekti. Odasına girdikten sonra "Sana bir şarkı çalmak istiyorum" dediğinde bilgisayarını açıp çalacağını düşünmüştüm, oysa O gitarını alıp karşıma geçmişti. O zamana kadar hiç duymadığım, duysam da söyleyen kişi yüzünden iğrenç bulup değiştirme ihtimalimin olduğu bir şarkı başladı aniden ...
"Bağışlayın beni sevdalarım
Kendimi parçalara, ah, ayıramadım..."
Bedenim, kalbim, duvarlar, oda, Beyazıt, İstanbul, Dünya ... Hepsi aynı anda değişmeye başlamıştı, vücudumda dolaşan kan da bile hissedebiliyordum gitarın çıkardığı sesi ...
"Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın..."
                                                                                                                                   to be continued ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder