17 Ocak 2011 Pazartesi

(E)vcilik

        Bu yola bir kere girdikten sonra gerçekten çıkmak diye bir şey yok. Çünkü bir kere denedikten sonra insan daha iyi görebiliyor kendini, nelere ihtiyaç duyduğunu ve nelerden zevk aldığını... Benim için de durum bundan farksız olmadı. İstanbul Üniversitesi'nin o heybetli kapısında yaptığım ilk buluşmadan sonra olayın ardı arkası kesilmedi. Hayatıma başka insanlar girdi. Kimisi birkaç ay takılıp çıktı, kimisi benden yıllar aldı. Kimisi kendi derdine yanıp tutuştu, kimisinin en büyük derdi ben oldum. Kimisi hergün görüşebilmek için delirirken, kimisi ayda bir kere görüşmeyi yeterli buldu. Zaman zaman onları yaralayan ben oldum, kimi zaman da en derin yaraları alan yine bendim. Olayın sadece benim etrafında döndüğünü işte o zaman anladım. Evet birileri giriyordu hayatıma, ben onları hayatımın merkezi haline getiriyordum, sonra birgün ansızın çıkıp gittiklerinde avuçlarımda paramparça kalbimi tutan, yalnız başıma, yine ben oluyordum. Her gidişte tuzla buza dönmüş kalbim, her yeni başlangıçta yara bantlarına sarılmaktan başka çare bulamıyordu. Dedim ya, zaman zaman da ben giden oluyordum vicdanımın el verdiği müddetçe, içim rahat olduğu sürece. İşte şimdi anlatacağım bu olayda gitmeyi seçen taraf bendim. Çünkü kalmak da gitmekten farklı değildi.
        İlk resmi sevgilimin üstünden belli bir zaman geçtikten sonra ikinci resmi ilişkimi de yaşadım. Nette tanışmıştık. Birkaç hafta süren muhabbetin ardından kamera açmak istemişti. Açtık, gördük birbirimizi ve kapadık. Hemen arkasından bu akşam görüşmek istediğini söyledi. Aklımda kalan ilk ilişkimin tüm parçalarını ve O'nu unutmak için yattığım bedenleri bir kenara bırakmak istediğimden teklifini kabul ettim. Ve hazırlanmaya başladım.
        Deniz otobüsüyle Bostancı'ya geçtiğimde iskele çıkışında beni bekliyordu. Benden birkaç santim uzun ama yaşça altı yaş büyüktü. Hiçbir şekilde yaşla ilgili bir problemim yoktu yeterki gönüller bir olsun :). Buluştuktan sonra otobüse atayıp onun Ümraniye'deki evine doğru yol almaya başladık. Yalnız yaşıyordu. Evi kendi zevkine göre döşenmişti ve bence gayet iyi bir zevkti. Durumu zaten çok iyiydi. Ailesi Yeniköy'de yalıda oturuyordu. Otobüsten inerken yarım kalan muhabbetimizi eve geldiğimizde devam ettirmiştik. Şarap sevdiğimi MSN'de yaptığımız konuşmalar sırasında söylediğimden şarap almıştı. Şarabımızı içerken bir yandan da film izledik. Sabaha karşı uyumaya karar verdiğimizde dudağıma bir öpücük kondurdu ve uykuya daldık.
        İlişkimiz bir ay boyunca haftanın beş günü benim O'nda kalmamla devam ediyordu. İki günde bir şarap içip, yemek yiyip, film izlemek beraberken yaptığımız en büyük zevklerimizdendi. Geçen bir ay boyunca tam eş (karı-koca) modelini almaya başlamıştık. O her sabah işe giderken, ben de çıkıp okula gidiyordum. Okul dönüşü eve dönüp pinekleyerek O'nun işten gelmesini bekliyordum. Belki de canım - cicim aylarının en güzelini hayatımda ilk kez o zaman yaşamıştım. Ta ki benim doğum günüm gelene kadar ...
        Doğum günümde beraber değildik. İş sebebiyle O'nun Ankara ve Erzurum'a gitmesi gerekiyordu. İki hafta boyunca yoktu. Bir gün öncesinde doğum günümü hatırlatmama rağmen, o doğum günümü unuttu. Aslında bu benim için öyle çok büyük bir olay değildi. Ama benim için özel olan bir gündü ve hayatımın odak noktası olan bir insanın da bu günü unutmamasını istemiştim. Bir gün sonrasında hatırlattığımda ise "ne olacak canım geçmişse geçmiş seneye kutlarız" gibi bir cevap almam kalbimde olan kişinin asla doğru seçim olmadığını düşünmeme neden olmuştu.
        İş gezisi normalden iki hafta uzun sürmüş ve O dört hafta aradan sonra İstanbul'a dönmüştü. Ben o sırada Yalova'da yazlıktaydım. İstanbul'a gidip O'nu görmek hiç içimden gelmiyordu ama yoğun ısrarları yüzünden İstanbul'a, yine O'nun Ümraniye'deki evine gitmiştim. Bir hafta boyunca işten izin almıştı ve gece gündüz onunla evde olabilecektim. İlk günün akşamında O'nla yatağa girerken hiç istemediğim birşeyi yaptığımı farkettim. Artık O'ndan zevk almıyordum. Birini kalbimle severken bir anda beynim devreye girmişti ve bana O'nun doğru kişi olmadığını göstermeye çalışıyordu. Sevgiyi yüreğimden bir kere çıkarttığımda bir daha yerine koymam mümkün olmuyor. İlişkide tamamen beynimi kullanmaya başladığımda karşımdakine hiçbir şekilde sevgi veremiyorum. Bu durumu bir süre daha gözardı etmeye çalıştım. İki ay boyunca kendimi birşeylere zorlarken, artık inanmak istemediğim doğruların peşinde koşarken bulmuştum. Kalbim O'nda değilken, gözüm de O'nda olamıyordu. Bu yüzden yeni birilerini arama peşine düşebiliyordum zaman zaman.
        Yine O'nun iş gezilerinden birinde artık dayanamayıp devam etmek istemediğimi O'na söyledim. Kabul etmekte baya bir zorlandı. Hatta olayı beni tehdit etmeye kadar getirdi. Ama hesaba katmadığı tek şey, benim nerede oturduğumu bile unutmuş olmasıydı. Ayrıldıktan sonraki bir ay boyunca telefonla yoğun bir tacizde bulundu; geri dönmem, yine O'nda kalmam, O'nu sevmem gerektiğine dair... Ancak dediğim gibi; birini kalbimden çıkartmışsam O'nu tekrar oraya koymamın hiçbir yolu yoktu.
        İkinci sevgilimin de son kullanma tarihi dolarken öğrendiğim yeni birşey daha oldu; Ne kendimden çooook büyük, ne de kendimden çooook küçük insanlarla takılmamam gerektiği. Evet kafa bir yerde uyuşabilir ama eğer olgunluk konusunda bir uyuşma yoksa en büyük sorun işte o zaman başlıyordur. Yanımızda bulunmasını istediğimiz insanı seçerken belki de dikkat etmemiz gereken en önemli özelliklerden biri de bu olmalıdır.



(E)vcilik bölümü fotoğrafları için srcnlm teşekkürler :)

2 yorum:

  1. sen mi ayran gönüllüsün yoksa o mu Doğum gününü unuttuğu için daha mantıklı bir bahane bulamadığından mı suçlu bilemedim şimdi :)

    YanıtlaSil
  2. gereksiz bir ilişkiydi ama yaşandı, tek kelimede anlatıldı ve bitti :)

    YanıtlaSil