15 Haziran 2011 Çarşamba

(T)anışmak

        İncirli Metrobüs istasyonuna buluşma saatimizden 15 dakika erken gelmiştim. Oldukça heyecanlıydım. Konuşmaktan keyif aldığım biriyle ilk defa yüzyüze görüşecektim. Bu ya tek gecelik ilişki kıvamında geçen bir buluşma olacaktı ya da uzun sürebilecek bir ilişkinin ilk adımı... Bunu henüz kestirmem çok zordu. Sonuca ulaşmak için O'nun gelmesi gerekliydi.
        "Metrobüs'ten iniyorum" diye mesaj yolladığında heyecanım daha da artmıştı. Hemen çıkışta beklediğimi söyledim ve birkaç dakika sonra tam karşımda duruyordu; yüzündeki tebessüm kelimelerimi düğümlerken O'nun adı beynime kazındı: O benim Söz'ümdü.
        Eve gittiğimizde kahve koymak için mutfağa gittim, ancak Söz de hemen arkamdan mutfağa geldi. Dayanamayıp küçük bir öpücük kondurdum dudağına. Gülümsedik karşılıklı. Birkaç saat boyunca beraber zaman geçirdik; muhabbet ettik, defalarca öpüştük. Artık gitmesi gerektiğini söylediğinde bizde de kalabileceğini söyledim. Ama ablamdan rahatsız olabileceği düşüncesi yüzünden ya da ciddi birşeyler yaşamak istememesinden (ki sonradan öğrendiğim kadarıyla görüştüğümüzde bir sevgilisi varmış) gitmeye karar verdi.
        Söz gittikten sonra yalnız başıma kalıp bir süre düşündüm; bu insan acaba uzun süreli birşeyler paylaşabileceğim biri olabilirmiydi? Doğru kişi miydi bu sefer karşıma çıkan? Daha fazla sorular arasında boğulmamak adına mesaj yolladım. Gayet açık ve net bir şekilde O'ndan hoşlandığımı ve sevgili olmayı denemek istediğimi söyledim. Önce ciddi anlamda bir tereddüt dönemi yaşadı. O an anlamalıydım fazla ısrar etmemem gerektiğini, ama gönül işin içine karışınca pek de istenildiği gibi olmuyordu herşey. Birkaç saat sonra bir mesaj geldi; "Yarın benimle Edineye gelsene, arkadaşlarımla tanışırsın."
        1 Kasım 2011 sabahı otogarda buluştuğumuzda Söz otobüs biletlerimizi almıştı. Beraber oturup kahve içtikten sonra otobüse bindik. 2.5 saat süren yolculuk boyunca durmadan konuştuk. Birbirimizi daha fazla tanımak, tanıdıkça alışmak, alıştıkça bağlanmak için...
        Edirne'ye 50 dakika kala, iki kocaman baca çıktı karşımıza. Yolun tam kenarında, bomboş tarlaların arasında kocaman iki baca. Parmağıyla bacayı gösterirken anlatmaya başladı: Bak bu bacaları ne zaman görürsem Edirne'ye 50 dakika kaldığını anlıyorum. Yolculuk etmeyi de sevmem zaten. Hep buraya kadar dayanabiliyorum ama bu bacalardan sonrası hiç geçmek bilmiyor. Bundan sonra sen de gelirken bu bacalardan anlarsın ne kadar yolunun kaldığını. Ayrılığımıza kadar geçen süre boyunca her Edirne'ye gidişimde, bu bacaları görünce Söz'e mesaj yolladım. "50 dakika sonra yanındayım sevgilim" diye. Oysa son ayrılıktan sonra İstanbul'a dönerken, bacaları gördüğümde "artık 50 dakika gerimdesin" diye düşünmüştüm.
        Onunla geçirdiğim bir ay boyunca hemen hemen her hafta sonu Edirne'deydim. Gittiğimde bir hafta kalıp, 2-3 gün İstanbul'a dönüp, sonra tekrar Edirne'ye gidiyordum. Seviyordum ve yaptığım hiçbir şeyden pişman değildim.
        Zaman içinde Söz'ün bana olan ilgisi ve sevgisi ciddi derecede azalıyordu. Hayatında benden başka birileri mi var soruma "Hayıııııır tabiki" diye cevap vermesi benim daha da kuşkulanmama neden olmuştu. Ta ki 1 Aralık akşamı telefonuna gelmiş olan mesajları görene kadar ...

to be continued...

1 yorum: