20 Haziran 2011 Pazartesi

(V)eda


Düş kuşanmış bir şehrin surlarından sarkarken ben
Sen kapat o kara gözlerini.
Çarpa çarpa düşerken bir aşk ellerimden yere,
Görme sen !!
Uzaklara dal,
Yalnızlığı düşle,
Kaybettiğin birileri gelsin aklına,
Yarım bıraktığın kitaplar,
Dağıttığın yataklar,
Kaybolduğun şehirler,
Kırdığın camlar,
Terk ettiğin adamlar gelsin aklına…
Ama kuşatılmışken bu gözden çıkartılmış şehir,
Bari sen vakitsiz sınırlarıma dayanma.
Şimdi çığlık çığlığa susuyorum en içten,en kaybetmiş,en sessiz duygularımla..
Yağmur sonrası bir cam buğusuna gayri ihtiyari adını yazarken bulursam parmak uçlarımı,
Bir anne bedduası gibi sustururum dudaklarımı.
Susmuyorum bu gece,
Çatlak bir bardaktan sızıyorum bedenine.
Durduk yere dudaklarıma asıyorum seni,
ki sokak ortasında bıçaklanan düşüncelerim,
Sana secde ediyor şimdi.
Şimdi sarıldığın battaniyeyi,
İçtiğin sigarayı,
Baktığın duvarı bile kıskanıyorum.
Çünkü beni sarmadığın kolların,
Bana bakmadığın gözlerin,
Beni öpmediğin dudakların maddenin tabiatına yenik düşmekte başka zamanlarda,
Başka bir odada..
Ve o vakitler adım gibi biliyorum sen benim aklımdayken,
Başkaları senin saçlarında olacak.
Sen benim kalbimdeyken,
Başkaları senin teninde olacak.
Ben sabaha karşı bir rıhtımda yağmalanırken,
Başkaları sana sahip olacak.
Uykuyla uyanıklık arası kanayacak sensizlikten çatlayan ellerim,
Göğüs kafesim dar gelecek kalbime,
Bir ihtilal çıkacak sokaklarımda,
Bende ırsi olan ne varsa,
Sende babadan oğla geçecek,
Aşk misali..

07.12.2010

(Ü)nlem

        Bazı insanlar ayrılığın tüm suçunu ya bir şehre ya da bir mekana yıkarlar. Tüm yaşanmışlığa rağmen bu onlar için bir rahatlama yöntemi olarak gözükür. Sevgiliyi silmek o şehri ya da o mekanı silmekle eşdeğer sayılır. Benim seçtiğim yol tüm suçu koca bir şehrin üstüne yıkmaktı. 01 Aralık 2010 geceyarısı şehrin ıssız yollarına kendimi vurduğumda artık bu şehirde nefes almanın benim için zor olduğunu hissetmiştim. Geçtiğimiz yollar, girdiğimiz binalar, gecenin bir yarısı sokaktaki ayyaşlar, şehrin kedileri, bıraktığımız hatıralar hepsi ellerine silahlarını kuşanmış tek hedefleri beni çoktan tanımışlardı. Şehirden kaçmak daha doğrusu terketmek kaçınılmazdı benim için. Çünkü O’nun yolları, O’nun binaları, O’nun ayyaşları, O’nun kedileri, O’nun hatıraları ve O’nun şehriydi burası artık. Soğuktan alelacele içmeye çalıştığım son sigarada bile O vardı. Cebimde kalan üç kuruş parayla otogara geldiğimde yeni günün ilk ışıkları aydınlatmaya başlamıştı gri otogarı. İlk defa o kadar sevimsiz gözükmüştü gözüme bu biçimsiz bina. Bir güne daha tahammülüm yoktu bu şehirde. Kimselere görünmeden, şafak sökmeden geceyarısı terketmeliydim bu şehri. İlk otobüs olan 05.15 arabasına bindiğimde hala içim rahat değildi. Kalkmasına 20 dakika vardı ama benim değil 20 dakikaya bir saniye daha bu şehirde kalmaya mecalim yoktu. Kalkış saatine kadar geçen zamanın her bir saniyesini iliklerimde hissetmiştim. Saat tam 05.15’de tüm hazırlıklar tamamdı ve otobüs İstanbul’a doğru yola koyulmuştu. Otogardan çıkarken şehre son bir kez daha baktım. Şehir bensiz yeni bir güne uyanmak üzereyken, burada O’nunla geçirdiğim iki ay boyunca tüm olup bitenin suçunu şehre yıktım. İkinci kere bir erkek için gözyaşı dökerken o gece bir daha geri dönmemek üzere terkettim Edirne’yi, ta ki ...

19 Haziran 2011 Pazar

(U)ykusuz

       

        Söz'le birlikteliğimizin birinci ayında, son Edirne'ye gidişimde, onların sınav haftasıydı. Ben odada oturup dizi/film izlerken, O arkadaşlarıyla ders çalışıyordu. Her zaman sarmaş dolaş uyuduğum adamla bu sefer sırt sırta uyumaya başlamıştık. Ters giden birşeyler vardı ve bu durum benim oldukça canımı sıkıyordu. Önceleri sınavlar yüzünden olduğunu düşündüm. Malum sınav haftası, stresli günler, uykusuz geceler... Daha sonra farkettim ki tüm stresini geçirmek, biraz olsun kafasını dağıtmaya çalışmak için oradaydım ama O bunu umursamıyordu.
        Bir gece dayanamayıp konuyu açtım. İçimin rahat olmayışını, "sevgili" miyiz yoksa "arkadaş" mı ayrımını yapamadığımı söyledim. Bana oldukça genel-geçer cevaplar verdi. Bazı şeylerin onun için zor olduğunu, ikili ilişkilerde zorlandığını ama beni kaybetmek istemediğini söyledi. Uzun süren muhabbetten sonra günün yorgunluğu ile uyumaya karar verdik. Sırt sırta döndükten birkaç dakika sonra Söz'ün uyuduğunu farkettim. Benim gözüme uyku girmiyordu. Birşeyler beni durmadan dürtüklüyordu. Karanlık odadanın duvarlarında gözlerimi gezdirirken, bir anda masada duran telefonunu farkettim. Anlık bir hamleyle telefonu elime aldım ve gelen mesajlara girdim. İlk açtığım mesaj, yakın(!) arkadaşlarından birinden gelen bir mesajdı : "Ev arkadaşın evde değilmiydi? Nasıl kaldı sizde? Sevgilin biliyor mu?"
        Kalbimden beynime doğru bir ateş yükselirken, tüm bedenimin soğudunu hissettim. Karşılaşacağım cevaptan oldukça emin bir şekilde gönderilen kutusuna girdim : "Ev arkadaşım yoktu, bizde kaldı, beraber yattık. Sevgilim olmasa affetmezdim. Ben eski playboy günlerimi özledim sanırım."
        Gecenin üçünde duvarlar üzerime üzerime gelirken nefes alamadığımı farkettim. Artık buraya, bu yatağa ait değildim ve acilen terk etmeliydim. Yataktan kalkmadan önce Söz'ü uyandırdım: "Arkamdan iş çeviriyorsan bari iz bırakma." diyip telefonunu verdiğimde hiçbirşey anlamamış gözlerle bana baktı. Yataktan kalktım. Eşyalarımı topladım. Çantamı aldım. Ve gecenin üçünde attım kendimi Edirne sokaklarına.
        İstanbul'a ilk otobüs 5.15'teydi. Otogara gidip iki saat boyunca tek başıma oturdum. Terk etmeliydim bu şehri derhal, hiç vakit kaybetmeden...


Not: Söz'le birlikteliğim esnasında beni daha önce hiç bilmeyen en yakın iki arkadaşıma açılmaya karar verdim. Onları bir gün konuşmak için çağırdım, hayatımda bir erkek olduğunu anlattım ve O erkeği sevdiğimi söyledim. Arkadaşlarımdan birisi bu konuya oldukça katı bakarken ve hatta en yakın arkadaşımın gay olduğunu öğrenirsem bir daha asla konuşmam derken, bana "istisna" olduğumu söyledi. Hayatımda aldığım en güzel cevap o akşam dostumun söylediği İSTİSNA cümlesiydi.

15 Haziran 2011 Çarşamba

(T)anışmak

        İncirli Metrobüs istasyonuna buluşma saatimizden 15 dakika erken gelmiştim. Oldukça heyecanlıydım. Konuşmaktan keyif aldığım biriyle ilk defa yüzyüze görüşecektim. Bu ya tek gecelik ilişki kıvamında geçen bir buluşma olacaktı ya da uzun sürebilecek bir ilişkinin ilk adımı... Bunu henüz kestirmem çok zordu. Sonuca ulaşmak için O'nun gelmesi gerekliydi.
        "Metrobüs'ten iniyorum" diye mesaj yolladığında heyecanım daha da artmıştı. Hemen çıkışta beklediğimi söyledim ve birkaç dakika sonra tam karşımda duruyordu; yüzündeki tebessüm kelimelerimi düğümlerken O'nun adı beynime kazındı: O benim Söz'ümdü.
        Eve gittiğimizde kahve koymak için mutfağa gittim, ancak Söz de hemen arkamdan mutfağa geldi. Dayanamayıp küçük bir öpücük kondurdum dudağına. Gülümsedik karşılıklı. Birkaç saat boyunca beraber zaman geçirdik; muhabbet ettik, defalarca öpüştük. Artık gitmesi gerektiğini söylediğinde bizde de kalabileceğini söyledim. Ama ablamdan rahatsız olabileceği düşüncesi yüzünden ya da ciddi birşeyler yaşamak istememesinden (ki sonradan öğrendiğim kadarıyla görüştüğümüzde bir sevgilisi varmış) gitmeye karar verdi.
        Söz gittikten sonra yalnız başıma kalıp bir süre düşündüm; bu insan acaba uzun süreli birşeyler paylaşabileceğim biri olabilirmiydi? Doğru kişi miydi bu sefer karşıma çıkan? Daha fazla sorular arasında boğulmamak adına mesaj yolladım. Gayet açık ve net bir şekilde O'ndan hoşlandığımı ve sevgili olmayı denemek istediğimi söyledim. Önce ciddi anlamda bir tereddüt dönemi yaşadı. O an anlamalıydım fazla ısrar etmemem gerektiğini, ama gönül işin içine karışınca pek de istenildiği gibi olmuyordu herşey. Birkaç saat sonra bir mesaj geldi; "Yarın benimle Edineye gelsene, arkadaşlarımla tanışırsın."
        1 Kasım 2011 sabahı otogarda buluştuğumuzda Söz otobüs biletlerimizi almıştı. Beraber oturup kahve içtikten sonra otobüse bindik. 2.5 saat süren yolculuk boyunca durmadan konuştuk. Birbirimizi daha fazla tanımak, tanıdıkça alışmak, alıştıkça bağlanmak için...
        Edirne'ye 50 dakika kala, iki kocaman baca çıktı karşımıza. Yolun tam kenarında, bomboş tarlaların arasında kocaman iki baca. Parmağıyla bacayı gösterirken anlatmaya başladı: Bak bu bacaları ne zaman görürsem Edirne'ye 50 dakika kaldığını anlıyorum. Yolculuk etmeyi de sevmem zaten. Hep buraya kadar dayanabiliyorum ama bu bacalardan sonrası hiç geçmek bilmiyor. Bundan sonra sen de gelirken bu bacalardan anlarsın ne kadar yolunun kaldığını. Ayrılığımıza kadar geçen süre boyunca her Edirne'ye gidişimde, bu bacaları görünce Söz'e mesaj yolladım. "50 dakika sonra yanındayım sevgilim" diye. Oysa son ayrılıktan sonra İstanbul'a dönerken, bacaları gördüğümde "artık 50 dakika gerimdesin" diye düşünmüştüm.
        Onunla geçirdiğim bir ay boyunca hemen hemen her hafta sonu Edirne'deydim. Gittiğimde bir hafta kalıp, 2-3 gün İstanbul'a dönüp, sonra tekrar Edirne'ye gidiyordum. Seviyordum ve yaptığım hiçbir şeyden pişman değildim.
        Zaman içinde Söz'ün bana olan ilgisi ve sevgisi ciddi derecede azalıyordu. Hayatında benden başka birileri mi var soruma "Hayıııııır tabiki" diye cevap vermesi benim daha da kuşkulanmama neden olmuştu. Ta ki 1 Aralık akşamı telefonuna gelmiş olan mesajları görene kadar ...

to be continued...