Hadi şimdi kapa gözlerini, bildiğin tüm doğruları unut, boşalt aklındaki her düşünceyi, kurulan tüm düzeni yok et, yık bütün binaları, yerle bir et dünyayı. Sen, ben ve bir de sonsuz huzur kalsın elinde. Yeniden kuralım her şeyi. Farz edelim ki eski zamanlar olsun, çok eski zamanlar. Tek katlı küçük taş evler, Arnavut kaldırımı sokaklar, binbir çeşit renkte çiçekler ve devasa sütunlu mermer tapınaklar olsun. Bir tanrı olmasın, onlarcası olsun. Herkes istediğini seçip kendi tanrısı yapsın. Böyle bir dünyada karşılaşalım seninle. Baştan yazalım tüm bildiklerimizi, yeniden tanışalım seninle belki de bir tapınak gölgesinde.. Mitolojik bir çağda; sen, ben ve bir de sonsuz huzur kalsın elimizde.
Just in Time
Zamanda Bir Gay Hikayesi
16 Mayıs 2015 Cumartesi
8 Mayıs 2015 Cuma
(E)vcilik Oyunu
Doktorla ikinci görüşmemiz dört yıl sonra yine bir akşam arkadaşlık edinme sitelerinden birinde karşılaşmamızla başladı. Uzun zamandır birbirini görmemiş iki insanın muhabbet etme açlığıyla başladık konuşmaya. Konuştukça konu konuyu açtı, sohbet uzadıkça keyif vermeye başladı. Numaralarımızı alıp, sohbeti daha rahat bir ortama taşıdık. "Günaydın" demeden güne başlamayan, yazmayınca merak edilen bir muhabbet gelişti aramızda. Haftalarca süren Whatsapp muhabbetlerinin ardından, görüşmeye karar verdik. İlk görüşme davetini O kendi evine beni davet ederek yaptı.
Buluşma yerimiz olarak Mecidiyeköy'ü seçtik. Buluşmaya giderken oldukça heyecanlıydım. Yıllar önce hoşlandığım adamla tekrar görüşecektim ve bu sefer Onun evine gidiyordum. İkimizin de hayatında kimse yoktu ve ikimiz de birbirimize karşı boş değildik, ya da ez azından ben öyle olduğunu düşünmüştüm.
Cevahir Alışveriş Merkezi'nin tam köşesinde buluştuğumuzda ikimizin de yüzünde güller açıyordu. Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından Onun evine geçtik. Kendi evimdeymişim gibi rahat etmemi söyleyip mutfağa çay demlemeye gitti, tabi ben de yardım için peşinden gittim. Çay koyup yiyecek bir şeyler hazırlarken ellerinin titrediğini fark ettim. Sebebini hemen kendime bağladım.
Aramızdaki muhabbet görüştüğümüzde de öyle güzel devam etti ki saatin nasıl geçtiğini hiç anlamadım. İkimiz de çok benzer ve zorlu ilişkilerden yeni çıkmıştık, ikimiz de ilişkilerimiz yüzünden karakterlerimizden ödün vermiştik. Yıpranmıştık ve şimdi bizi anlayan biriyle yeni bir ilişkinin açlığını yaşıyorduk. O koltuğun bir köşesinde, ben diğer köşesindeydim. Sanki konuştukça birbirimize biraz daha yaklaşıyorduk. Zaman geçtikçe yan yana, aynı battaniyeye sarılırken bulduk birbirimizi.
Onun evinde kalabileceğimi teklif ettiğinde ilk düşündüğüm şey nerde yatacağım oldu. Acaba Onunla aynı yatağa mı girecektim yoksa salonda mı yatacaktım. Onun ortalığı toplamasına yardım ettikten sonra elindeki yastık, çarşaf ve battaniyeyi gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Ben salonda, O kendi odasında uykuya daldı. Gece birkaç kez kalkıp Onun yanına gitmeyi düşünmüş olsam bile, hep bu fikrimden vazgeçirdim kendimi.
Uyandığımda çoktan sabah olmuştu. Evde herhangi bir ses var mı diye ortalığı dinlediğimde Onun hala uyanmamış olduğunu fark ettim. Kalkıp önce tuvalete gidip gücümü topladım hemen arkasından Onun odasına daldım. Ben yatağa uzanınca, gözlerini açıp gülümseyerek "günaydın" dedi. Sıcak bir gülümsemeydi, içten gelen. Onun yatağında uzanırken bir türlü yanına sokulamıyordum. Heyecandan üşüdüğümü fark ettim. O da fark etmiş olacak ki; "gel yorganın içine, yanıma" dedi. Utana çekine yorganın içine girdim ama yine Onun yanına sokulamadım. Sanki O bana dokunmak istiyormuş ama benim niyetim yokmuş gibi. Bu durumu fark etmiş olacak ki kahvaltı hazırlamak için yataktan kalktı.
Beraber kahvaltı hazırladık, sonra da oturup afiyetle yedik. Artık kalkma vaktim gelmişti. Her şey için teşekkür edip, yanağına -dudak kenarına- bir öpücük kondurup çıktım evden. Hem mutlu hem de hüzünlüydüm. İçimde kalmış olan şeyleri yapamamıştım ama aynı zamanda mutluydum. Keyifli bir akşam geçirmiştim.
Eve gittikten sonra Ondan bir mesaj geldi. Evden apar topar çıktığımı, bir sorun olup olmadığını soruyordu. Hiçbir sorun olmadığını, tam tersine çok keyifli bir akşam geçirdiğimi söyledim. O da benimle aynı duyguları paylaşıyordu ve bir an önce tekrarını yapmak istiyordu.
Birkaç gün sonra buluşup kahve içmeyi teklif ettim. Hemen kabul etti. Yine çok keyifli bir akşam geçirdik. Sohbet sohbeti açtı, yine saat su olup aktı gitti. Bu görüşmelerimize artık bir anlam yükleyebilmek için içimden gelenleri Ona söylemeye karar verdim. Ona karşı boş duygular hissetmediğimi, arkadaş mı yoksa başka bir şey mi olduğumuzu sordum. Ondan gelen cevap dört yıl önce aldığım cevaptan hiçbir farkı yoktu. O benim gibi düşünmüyordu, hiçbir zaman da düşünmeyecekti.
İçimde dört yıldır Ona karşı saklamış olduğum tüm duygular bir anda tuzla buz oldu. Kanımın bedenimden çekildiğini ve kalbimin bomboş kaldığını hissettim. Bu şartlar altında Onunla konuşmaya devam edemeyeceğimi söyleyip tüm muhabbetimizi kestim. Günler sonra ara ara birkaç konuşmamız olmuş olsa da, Ona karşı hissettiğim tüm duyguları yitirdiğimi fark ettim.
Birkaç ay sonra telefonuma bir mesaj geldi. Artık beni çok daha iyi anladığını ve beni zamanında reddetmiş olduğu için çok üzgün olduğunu söylüyordu. Bu duyguları hissedip bana bunları söylediği için kibarca teşekkür ettim. Geçen günler boyunca her ne kadar kankaya bağlamaya çalışmış olsa da, benim hayatımda hayatımın anlamını bulduğum biri vardı..
24 Kasım 2014 Pazartesi
(D)octor Who
İlk görüşmeye başladığımızda bundan tam dört yıl önceydi. Basit arkadaşlık edinme sitelerinden birince tanışmıştık. Birkaç mesajlaşmadan sonra MSN'e ekleme ve ordan muhabbete devam etme dönemiydi. biz de bu döneme ayak uydurup, birkaç mesajlaşmanın ardından MSN'e eklemiştik birbirimizi. O kadar tatlı ve devamlılığı olan bir muhabbet gelişmişti ki aramızda, her akşam konuşmadan yapamaz olmuştuk. Birbirimize o kadar uzaktık ki, Türkiye'nin iki farklı ucunda yaşıyorduk ama umut her zaman vardır; bir ay sonra İstanbul'a geliyordu. O yüzden biz de muhabbetimize hız kesmeden devam ederken bir yandan da görüşeceğimiz günün hayalini kurar olmuştuk. Birbirimize öyle çok benziyorduk ki; hayallerimiz, dualarımız, isteklerimiz hep öyle ya da böyle ortak çıkıyordu. Keyif alıyorduk birbirimizle konuşurken.
Daha sonraları kamera açıp muhabbet etme dönemimiz başladı. Aramızda bir kere bile cinsellik geçmeden sadece kamera önünde saatlerce mimiklerimizi izleyerek muhabbet ediyorduk. Farketmeden, ondan hoşlanmaya başlamıştım bile.
Gel zaman git zaman biz bir ayı devirdik ve sonunda O İstanbul'a geldi. Geldikten iki gün sonra Taksim'de buluşup birşeyler içmek için Nevizade'ye gitmeye karar verdik. Böylece uzun zamandır bitmek tükenmek bilmeyen muhabbetimize canlı kanlı karşı karşıya oturarak devam edebilecektik. Nitekim öyle oldu da, keyifli ve bol muhabbetli bir gece geçirdik. Diz dize oturduk ama asla kendimize çizdiğimiz imajın dışına çıkıp muhabbetin içine cinselliği sokmadık.
Gecenin sonunda ayrıldığımızda kalbim daha yeni normal ritmine dönmeye başlıyordu, ben bu adama fena vuruluyordum! Gençliğin getirdiği heves, uzun zamandır muhabbet etmenin hafifliğiyle O'na mesaj yolladım. Ondan çok hoşlandığımı ve güzeş bir gece geçirdiğimi söyleyerek. Beklediğim cevap çok gecikmeden telefonuma geldiğinde, mesajı açmak için bir dakika bile tereddüt etmedim. Okuduğum mesaj benim beklentilerimin çok ötesinde tamamen hayal kırıklığı içeriyordu. O aynı ilgiyle bana yaklaşmıyor, sadece arkadaş kalmak istediğini söylüyordu.
Mesajı okuduğumda tüm bedenim uyuştu; kalbimin kırıldığını, sadece platonik olduğumu hissettim. Yiğitliğe bok sürmemek açısından hemen mesajına cevap yazdım; hoşlandığım biriyle arkadaş kalmamın hatta konuşmaya devam etmemin pek mümkün olmayacağını, kendine iyi bakması gerektiğini ve hoşçakalmasını söyledim.
Bir ay boyunca gece gündüz konuştuğum adamla kurduğum hayal İstanbul'a geldiği ve görüştüğümüz ilk gün yokolmuştu. Unutmak belli bir zaman aldı ama bir yerden sonra hepsi kalbimin derinliklerine gömüldü. Ne zaman bir yerde fotoğrafını görsem, ne zaman aklıma gelse hep kalbim sızladı, içimde kalmış bir dilek olarak yüreğime asılı kaldı.
Ta ki dört yıl sonra Onunla tekrar konuşmaya ve görüşmeye başlayana kadar ...
16 Ekim 2014 Perşembe
(C)ivil Wars - Dust to Dust
Yıllar yıllaar sonra tekrar karşıma çıkan adama ...
Gözlerin değil,
Söylediklerin değil,
Kahkahan değil seni ele veren,
Yalnızsın işte,
Yalnız kalmışsın uzunca bir süre ...
İnce maskenin altında rol yapıyorsun,
Söylediğin tüm o mükemmel repliklerin
Kandırmamışlar beni
Yalnız kalmışsın sen, çok uzun bir süre ..
Etrafına ördüğün duvarlarının içine al beni,
Bir kibrit çakarız sönene kadar yakarız,
Bırak tutayım elini ve dans edelim kıvılcımların etrafında,
Önümüzde,
Tozlar dumana katılırken ..
Başını dik tuttun,
Kavganı verdin,
Yaralara göğüs gerdin,
Zamanını doldurdun.
Dinle beni!
Yalnız kaldın sen, uzunca bir süre ...
Etrafına ördüğün duvarlarının içine al beni,
Bir kibrit çakarız sönene kadar yakarız,
Bırak tutayım elini ve dans edelim kıvılcımların etrafında,
Önümüzde,
Tozlar dumana katılırken ..
Beni yansıtan bir ayna gibisin,
Birini tanımak için başkası gerekir, ben olayım o kişi
Yalnız kalmışsın,
Yalnız kalmışsın; fazlaca
Yalnız kalmışız,
Yalnız kalmışız, uzunca ...
21 Eylül 2014 Pazar
(B)oş Şişe
Hatırla beni..
ışık almayan odalarda,
kirletilmiş yataklarda,
eskimiş kıyafetlerde,
kokusu sinmiş bedenlerde,
şarapla dökülen kelimelerde,
anlamlı bakan gözlerde,
dudak kenarına bırakılan öpücükte,
bacak arasında dolaşan ellerde,
yüzünü okşayan parmaklarda,
teninde gezinen dudakta,
tek bir vücut olmanın eşsizliğinde,
zevkin doruklarında,
kanatsız uçmanın zirvesinde,
keyif için yakılan sigaranın dumanında,
aynı nefesi solumanın heyecanında,
yeniden arzulamanın şehvetinde,
bizi durmadan izleyen kedinin gözlerinde,
ama en çok da;
o pencere pervazında unuttuğun şarap şişesinde hatırla beni.
19 Eylül 2014 Cuma
(A)ntik Acılar
Bazı acılar vardır sadece acı olarak kalır ve bize kattıklarıyla değer kazanır. Kalbimizde hep bir yara kabuk bağlar, başka biri gelip dokunduğunda kanar. Narindir, kırılgandır bir yanımız ama hep çok iyi saklarız. Kimselere göstermeden kuytu köşelerde ve karanlık gecelerde hatırlarız onları. Bazen bir bakışla çıkar gelir karşımıza, bazen de bir duruş anlatır her şeyi. Kimi zaman en ufak bir dokunuş, kimi zaman rüzgarla gelen bir parfüm kokusu hissettirir o acıyı bize. En büyük aşkların temelini bu acılar oluşturur. Acıdan geçmeden şarkılar bile eksik kalırken, biz nasıl tam olmayı becerebiliriz ki? Bu yüzdendir ki acılar unutulmaz, unutulsa insana hiçbir değer katmaz.
3 Mart 2013 Pazar
Just in Case
Bu bir küçük
kırmızı balığın hikayesi.
Yüzümün
yarısıyla nefes alıyorum ben. Yüzümün yarısıyla dolaşıyorum sokaklarda. Yüzümün
yarısıyla bakıyorum camdan. Yüzümün yarısıyla trenlere biniyorum. Vapurlara,
otobüslere...
Yüzümün
yarısıyla düştüm yüksek uçurumlardan. Yüzümün yarısıyla uyandım derin
uykulardan. Yüzümün yarısıyla düzdüm kalabalıkları.
Yüzümün
yarısı mumdan benim. Bir o kadar silik ve salyalı. Yetimim ben, istasyonlardaki
bavulları çalarım. İçine sinmiş anıları toplarım.
Yüzümün
yarısı bir gece yarısı kırıldı benim. Sokaktan topladım parçalarını. Aşina
olmadığım bir şehirde, hicaz makamından ezan okunurken buldum kendimi.
Yüzümün
yarısıyla hep yarım öyküler anlatırım. Sonu hiç olmayan yarım öyküler.
Peki sen?
Yarım dudaklı bir adamı öpmek ister misin?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)