9 Şubat 2013 Cumartesi

Ginger 2



Bir hikayeye başlayınca yarım bırakmak olmaz.
İyi ya da kötü
bir şekilde sonu gelmelidir hikayenin..
 
 
İlk görüşmemizde mutfakta oturup muhabbet ederken birbirimizi daha fazla tanıma çalışması içindeydik. Hayallerimizden bahsettik. Birbirimizi dahil etmemiz mümkün olan hayallerdi bunlar. Söz bana geldiğinde; Bozcaada'daki hayalimden bahsettim. 12 yıl önce oraya ilk gidişimden bu yana duyduğum aşkı, sevgiyi ve bağlılığı anlattım. Bu bağlılığı ne zaman oradan bir ev sahibi olarak süslendirmek istesem, önüme çıkan engellerden bahsettim. Ve bir sevgilimle orada mutlu mesut yaşamak, yaşlanmak ve ölmek istediğimden bahsettim. O kadar içli anlatmış olmalıyım ki birgün sonra bana yolladığı mesajda Bozcaada'da satılık bir evin ilanı vardı. Benimle satın alıp, benimle yaşamak istediği bir ev. Değişik bir duyguydu o zaman hissettiğim. Hemen cevap verdim "Ama sen daha adayı hiç görmedin ki, ya sevmezsen benim gibi?". Bana verdiği cevap gayet açıktı: "Ama sen seviyorsun, bu benim de seveceğim anlamına gelir". Gülüsedim mesajını okuduğumda ve hemen cevap yazdım "ama bu ev adanın arkasında, merkeze uzak". Vereceği cevabı beklerken heyecanlıydım ve hemen arkasından cevap geldi "sorun değil, arabamız olur ya da evden çıkmayız".
 
Küçücük bir ayrıntıydı bu ama ben yakalamıştım bu ayrıntıyı. İlişkiyi canlı kılan ya da yıkıp yok eden bu ayrıntılar benim hayatımda hep vardı. Belli ki bu ilişkimde de ayrıntılar benim için önemli olacaktı.
 
İlk görüşmemizden iki gün sonra birbirimizi çok özlemiş ve tekrar görüşmek istemiştik. Bu sefer görüşeceğimiz yer onun eviydi. İşten çıkıp herkese yalanlar sallayıp koştur koştur tramwaya bindim. Sonra da metrobüse geçecek ve onunla Avcılar'da buluşacaktır. Yol çok uzundu, ama ben ilişkilerimi uzaktan yaşamaya alışmış biri olarak umursamadım. Geleceği düşündüm, gelecekte beraber bir evde yaşama hayalimizi. Yol boyu aklımda hep geleceğe dair düşünceler dolaştı. Derken Avcılar'a geldi metrobüs ve inip onu beklemeye başladım.

Beş dakika sonra arabasıyla geldi beni almaya. Arabaya biner binmez bir öpücük kondurduk birbirimizin dudaklarına. Eve gidene kadar yol boyu günümüzün nasıl geçtiğini anlattık birbirimize. Anlatırken arada bir el ele tutuşuyor, arada bir birbirimizin saçını yanağını okşuyorduk. Arabanın içi karşılıksız özlem kokuyordu.

Eve vardığımızda bana rahat olmamı, kendi evimmiş gibi davranmam gerektiğini söyledi. Zaten yabancılık hiç hissetmiyordum, o bana bu kadar samimi davranırken, ortamda yabancı olmam imkansızdı. Ben duşa girdiğimde o yemek hazırlamaya başladı. Beraber yiyeceğimiz ilk yemek için makarna (ikimiz de çok sevdiğimizden dolayı) ve krep yaptık. Krepler tavaya yapışınca kabiliyet konuşturmamız gerekti. Tavayı elime aldım, hazırlandım ve krebe havada bir tur attırıp tekrar tavanın içine düşürdüm. Basit bi ayrıntıydı bu ama ben bunu yaparken beraber çekindiğimiz ilk fotoğraf karesi "ilk" olarak hafızaya kazınmıştı.

Aynı zamanda bu buluşmamızda bir yangın tehlikesi de atlattık. Ben duşa girmeden önce o salonda birkaç mum yakmıştı, ışıkları kapayıp. Duştan çıktığımda burnuma yanık kokusu geldi. O mutfaktaydı. Hemen salona gittim. Salonda duran küçük bir sus gemisinin kıçı mum yüzünden alev almış cayır cayır yanıyordu. Hemen elimle kolumla geminin üstündeki alevleri söndürdüm. Ne kadar söndürmüş de olsak, geminin kıçı artık simsiyahtı. Yüzünün düştüğünü, üzüldüğünü gördüm. Evimizin ilk eşyası bu yanan gemi olur diye karar verdik. (Not: Yanan gemimin çok benzerini ve orjinalini ona süpriz yapmak için almıştım, ama vermek hiçbir zaman nasip olmadı).

Yemek sonrası beraber koltuğa uzanıp televizyon izlemeye başladık. Dakikada bir dudaklarımız birleşiyordu. Öpmeye doyamıyorduk birbirimizi. Dudağına dudağın değdiğinde onu kalbimle öptüğümü hissediyordum. Kalbimden gelen içi aşk dolu öpücüklerdi bunlar. Yüzümün heryerini öperken sadece gözlerimi es geçmek istedi; gözden öpmek ayrılık getirirdi. Oysa çok iyi biliyordum ayrılıktan dudak kenarında gizlenirdi. Hayata, herkese ve ayrılığa inat gözümden de öpmesini söledim. Güçlü duracaksak, gerekirse tüm dünyayı karşımıza almaya hazır olmalıydık.

Yatağa geçtiğimizde sekssiz kısa bir sevişmenin ardından birbirimize sarılıp huzur içinde uykuya daldık. Gece boyunca sarmaş dolaş uyuyamasak bile ya benim elim onun belindeydi ya da onun eli benim elimde. O gece bir daha hiç güneş doğmamasını diledim...

Sabahın köründe uyanıp beraber evden çıktığımızda, güneş tam karşımızda ılık bir Şubat gününe doğuyordu. Arabaya atlatıp uzun, güneşli, uykulu ve bol deniz manzaralı bir yolculuktan sonra benim iş yerime geldik. Dudağından öpmeyi çok istememe rağmen Onu sadece yanağından öpüp indim arabadan. Ofise girdiğimde hayatımın en mutlu çalışma gününe başlamış oldum..


İki kelime yetiyor seni seven kalbi kırmaya,
Sonra roman yazsan ne fayda..
İki adımda geçiyorsun yalnızlık denen tarafa,
Sonra dağlar aşsan ne fayda..
 
 
Devam edecek ...

 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder