Yüzümün
yarısıyla düştüm yüksek uçurumlardan. Yüzümün yarısıyla uyandım derin
uykulardan. Yüzümün yarısıyla düzdüm kalabalıkları.
Yüzümün
yarısı mumdan benim. Bir o kadar silik ve salyalı. Yetimim ben, istasyonlardaki
bavulları çalarım. İçine sinmiş anıları toplarım.
Yüzümün
yarısı bir gece yarısı kırıldı benim. Sokaktan topladım parçalarını. Aşina
olmadığım bir şehirde, hicaz makamından ezan okunurken buldum kendimi.
Yüzümün
yarısıyla hep yarım öyküler anlatırım. Sonu hiç olmayan yarım öyküler.
Ayrı geçen her gün birbirimizi biraz daha fazla özlüyorduk. Durmadan mesaj yolluyor, hal hatır soruyor ya da geleceğe dair planlar yapıyorduk. Belli ki ikimizde bir aşkın içine girmiştik ya da ben sadece öyle inandırmıştım kendimi. Ginger'la son görüşmem ilişkimizin daha en başında, 7. günde oldu.
Cuma işten çıkar çıkmaz hemen yola koyuldum. Uzun bir yolculuğun ardından evine çok yakın bir yerden beni almak için arabayla geldi. Arabaya bindiğimde sarıldık birbirimize sıkı sıkı, kokulu öpücükler bıraktık birbirimizin boynuna. Eve gitmeden hemen önce yemek yemek için bir yerde durduk. Moralinin bozuk olduğunu, bugün beni en yakın arkadaşlarıyla tanıştırmak istediğini ama onların evine misafir geleceği için arkadaşlarıyla kavga ettiğini anlattı. Biraz sert çıkışmıştı arkadaşına. Anlattıklarından anladığım kadarıyla kalbini kırmıştı arkadaşının. Hem özür dilemek hem de beni onlarla tanıştırmak için arkadaşlarının evine gitmeyi teklif etti, ben de doğal olarak kabul ettim.
Gay bir çiftin beraber yaşadığı, yani arkadaşlarının evine girdiğimizde ortam çok hoşuma gitti. Sevgili olabilmeyi başarmış ve bunu yıllarca devam ettirip İstanbul'da kendilerine sıfırdan bir ev yaratmış çift, tam benim gelecek hayalimdi. İlişkilerinin iç yüzeyini her ne kadar bilmesem de imrenerek baktım onlara. Sonra Ginger'ın gözlerinin içine baktım, bana gülümseyip bir öpücük kondurdu dudaklarıma. Biz muhabbete başlamışken bir gay arkadaşları daha geldi eve ve ardından iki gay arkadaşları daha. Bir anda ortam şenlendi. Yedi gay aynı salonda sadece geyik ve dedikodu yapar oldu. Gay ortamlarına karşı olan antipatim beni alttan alttan dürtse de Ginger hatrına ve O'na olan aşkıma ortama uyum sağlamaya çalıştım. Tüm akşamı orada geçirdikten sonra, gece iki gibi eve döndük.
Eve doğru giderken aklıma takılanları içime atıp kuruntu yapmak yerine, ona söylemeye karar verdim. Arkadaşlarının evinde geçen muhabbetten ve Onun hakkında yapılan esprilerden sonra kafamda bazı soru işaretleri oluştuğunu ve Onu daha iyi tanımak istediğimi söyledim. Belli ki çok bozuldu bu söylediğime, biraz bocalamanın ardından oturup bana tüm geçmişini anlattı. Ya benim inanmak istediğim kısmıydı, ya da o bana böyle inandırmak istedi, kimbilir belki de herşey olduğu gibi net ve yalansızdı.
Yatağa girdiğimizde iki üç soğuk öpücükten sonra uyumak istedi ve uyuduk ...
Sabah uyandığımızda yine bana karşı son derece farklıydı. Bu farkın nedenini sorduğumda henüz ayılamadığını bahane etti. Çok fazla üstüne gitmemek için ısrar etmedim. Önümüzde koca bir Pazar günü vardı ve bu günü başbaşa geçirerek herşeyi çözebilirdik. Evden çıkarken bu akşam da arkadaşlarına gideceğimizi, orda içeceğimizi, yemek yiyeceğimizi ve evde eşya bırakmamam gerektiğini, belki eve dönmeyeceğimizi söylediğinde aramızda ilişkiye dair hiçbir şey kalmadığını farkettim.
Evden çıkıp kahvaltı etmek için bir mekana oturduğumuzda arkadaşları da geldi yanımıza. Akşama kadar onlarla laga luga yapıp alışverişin ardından eve geçtik. Akşam evde yaklaşık 10-12 kişi olacağımızı öğrendiğimde iyice tepem atmaya başladı. İlişkimizin daha ilk haftasında başbaşa geçireceğimiz hiçbir fırsatımız olmamıştı.
Yemek hazırlanmaya, insanlar gelmeye başladığında kalbim bir anda devreden çıktı ve sadece mantığım devreye girdi: BU ORTAMDA BENİM NE İŞİM VARDI?! Yakın arkadaşları dışında ortamdaki herkesi daha sadece bir aydır tanıyordu, arkalarından dedikodu yapmayı biliyor ama yüzlerine gülüyordu. Bu adam mıydı benim aşık olduğum adam? Aşk bu kadar mı aciz bu kadar mı ucuzdu? Aptal olduğumu düşündüm, hem de sonuna kadar. Hem aşık olduğum için hem de nefret ettiğim bir ortamda bulunduğum için. O an o ortamı, Ginger'ı ve bir düzine arkadaşını bırakıp sadece "eyvallah" diyip çıkıp gitmek için köpürüyordum. Tam o sırada telefonum çaldı. Arayan en yakın arkadaşımdı, morali bozuk, keyfi yok ve görüşmek için yalvarıyordu. Ne arkadaşımı bu halde bırakabilirdim, ne de bu ortamda daha fazla kalabilirdim.
Durumu Ginger'a söyledim, beni arabayla metrobüse bıraktı, yanağına bir öpücük kondurdum ve o çok inandığım kutsal Aşk'a arkamı dönüp yürümeye başladım..
Not: Bir gün sonra mesaj yollayıp konuşmamız gereken şeyler olduğunu ve bunu yüzyüze konuşmak istediğimi söyledim, en azından bu kadar saygım vardı sarfettiğim sözlere, hayallere ve aşka. Ama O'nun yokmuş...
İlk görüşmemizde mutfakta oturup muhabbet ederken birbirimizi daha fazla tanıma çalışması içindeydik. Hayallerimizden bahsettik. Birbirimizi dahil etmemiz mümkün olan hayallerdi bunlar. Söz bana geldiğinde; Bozcaada'daki hayalimden bahsettim. 12 yıl önce oraya ilk gidişimden bu yana duyduğum aşkı, sevgiyi ve bağlılığı anlattım. Bu bağlılığı ne zaman oradan bir ev sahibi olarak süslendirmek istesem, önüme çıkan engellerden bahsettim. Ve bir sevgilimle orada mutlu mesut yaşamak, yaşlanmak ve ölmek istediğimden bahsettim. O kadar içli anlatmış olmalıyım ki birgün sonra bana yolladığı mesajda Bozcaada'da satılık bir evin ilanı vardı. Benimle satın alıp, benimle yaşamak istediği bir ev. Değişik bir duyguydu o zaman hissettiğim. Hemen cevap verdim "Ama sen daha adayı hiç görmedin ki, ya sevmezsen benim gibi?". Bana verdiği cevap gayet açıktı: "Ama sen seviyorsun, bu benim de seveceğim anlamına gelir". Gülüsedim mesajını okuduğumda ve hemen cevap yazdım "ama bu ev adanın arkasında, merkeze uzak". Vereceği cevabı beklerken heyecanlıydım ve hemen arkasından cevap geldi "sorun değil, arabamız olur ya da evden çıkmayız".
Küçücük bir ayrıntıydı bu ama ben yakalamıştım bu ayrıntıyı. İlişkiyi canlı kılan ya da yıkıp yok eden bu ayrıntılar benim hayatımda hep vardı. Belli ki bu ilişkimde de ayrıntılar benim için önemli olacaktı.
İlk görüşmemizden iki gün sonra birbirimizi çok özlemiş ve tekrar görüşmek istemiştik. Bu sefer görüşeceğimiz yer onun eviydi. İşten çıkıp herkese yalanlar sallayıp koştur koştur tramwaya bindim. Sonra da metrobüse geçecek ve onunla Avcılar'da buluşacaktır. Yol çok uzundu, ama ben ilişkilerimi uzaktan yaşamaya alışmış biri olarak umursamadım. Geleceği düşündüm, gelecekte beraber bir evde yaşama hayalimizi. Yol boyu aklımda hep geleceğe dair düşünceler dolaştı. Derken Avcılar'a geldi metrobüs ve inip onu beklemeye başladım.
Beş dakika sonra arabasıyla geldi beni almaya. Arabaya biner binmez bir öpücük kondurduk birbirimizin dudaklarına. Eve gidene kadar yol boyu günümüzün nasıl geçtiğini anlattık birbirimize. Anlatırken arada bir el ele tutuşuyor, arada bir birbirimizin saçını yanağını okşuyorduk. Arabanın içi karşılıksız özlem kokuyordu.
Eve vardığımızda bana rahat olmamı, kendi evimmiş gibi davranmam gerektiğini söyledi. Zaten yabancılık hiç hissetmiyordum, o bana bu kadar samimi davranırken, ortamda yabancı olmam imkansızdı. Ben duşa girdiğimde o yemek hazırlamaya başladı. Beraber yiyeceğimiz ilk yemek için makarna (ikimiz de çok sevdiğimizden dolayı) ve krep yaptık. Krepler tavaya yapışınca kabiliyet konuşturmamız gerekti. Tavayı elime aldım, hazırlandım ve krebe havada bir tur attırıp tekrar tavanın içine düşürdüm. Basit bi ayrıntıydı bu ama ben bunu yaparken beraber çekindiğimiz ilk fotoğraf karesi "ilk" olarak hafızaya kazınmıştı.
Aynı zamanda bu buluşmamızda bir yangın tehlikesi de atlattık. Ben duşa girmeden önce o salonda birkaç mum yakmıştı, ışıkları kapayıp. Duştan çıktığımda burnuma yanık kokusu geldi. O mutfaktaydı. Hemen salona gittim. Salonda duran küçük bir sus gemisinin kıçı mum yüzünden alev almış cayır cayır yanıyordu. Hemen elimle kolumla geminin üstündeki alevleri söndürdüm. Ne kadar söndürmüş de olsak, geminin kıçı artık simsiyahtı. Yüzünün düştüğünü, üzüldüğünü gördüm. Evimizin ilk eşyası bu yanan gemi olur diye karar verdik. (Not: Yanan gemimin çok benzerini ve orjinalini ona süpriz yapmak için almıştım, ama vermek hiçbir zaman nasip olmadı).
Yemek sonrası beraber koltuğa uzanıp televizyon izlemeye başladık. Dakikada bir dudaklarımız birleşiyordu. Öpmeye doyamıyorduk birbirimizi. Dudağına dudağın değdiğinde onu kalbimle öptüğümü hissediyordum. Kalbimden gelen içi aşk dolu öpücüklerdi bunlar. Yüzümün heryerini öperken sadece gözlerimi es geçmek istedi; gözden öpmek ayrılık getirirdi. Oysa çok iyi biliyordum ayrılıktan dudak kenarında gizlenirdi. Hayata, herkese ve ayrılığa inat gözümden de öpmesini söledim. Güçlü duracaksak, gerekirse tüm dünyayı karşımıza almaya hazır olmalıydık.
Yatağa geçtiğimizde sekssiz kısa bir sevişmenin ardından birbirimize sarılıp huzur içinde uykuya daldık. Gece boyunca sarmaş dolaş uyuyamasak bile ya benim elim onun belindeydi ya da onun eli benim elimde. O gece bir daha hiç güneş doğmamasını diledim...
Sabahın köründe uyanıp beraber evden çıktığımızda, güneş tam karşımızda ılık bir Şubat gününe doğuyordu. Arabaya atlatıp uzun, güneşli, uykulu ve bol deniz manzaralı bir yolculuktan sonra benim iş yerime geldik. Dudağından öpmeyi çok istememe rağmen Onu sadece yanağından öpüp indim arabadan. Ofise girdiğimde hayatımın en mutlu çalışma gününe başlamış oldum..
Geçen hafta cuma evde tek başımaydım. Yatağa uzandığımda saat oldukça geçti. Keyfim yerindeydi, çünkü erken kalkma gibi bir sorunum yoktu. Uykuya yenik düşeceğim yere kadar dayanıp Cuma akşamının keyfini çıkartmıştım kendi çapımda. Yatağa uzandığımda kedim Tenes de yanıma gelince uykuya artık hazırdım. Telefonumu elime aldım, facebookta iki tur attıktan sonra malum gay sitelerinden birine girdim. İki mesajım vardı okunmamış. İlk mesajı açtığımda "çok tatlısıııaaan" diye vıcık vıcık bir mesajla karşılaştım. Profiline girip kim olduğunu bile incelemeye gerek duymadan diğer mesaja geçtim. Diğer mesaj hiçbir kelime içermiyordu. Sadece duygunun işaretlere yansıdığı, görür görmez çok samimi bulduğum iki işaretten ibaretti; noktalı virgül ve kapalı parantez.
Mesajı görünce yüzümde bir gülümseme belirdi. Hemen mesajı yollayan kişinin profiline girdim. Sadece üç fotoğrafı vardı profilde. Şuan tam olarak hatırlamasam da o üç fotoğrafa o kadar çok baktım ki. Baktıkça daha da bakasım geldi. Cam kenarında oturmuş, yüzüne loş bir lambanın ışığı vuran fotoğrafını, yüzünün hatlarını, belli ki güldüğünde çıkan gamzelerinin çukurlarını, saçlarını, kaşlarını her yerini inceledim. Sonra yaşına kaydı gözlerim, 27 yazıyordu. Yaşıttık. Hemen ardından yolladığı mesaja geri dönüp hiç düşünmeden, bir an bile duraksamadan cevabımı yazdım: yerim seni ;)
Birbirimizi sadece bu karşılıklı tek mesajlaşmada o kadar samimi ve yakın bulmuştuk ki gece gece bende uyku muyku kalmamıştı. Mesajlaşmalarımız devam ederken bana profilini okuyup okumadığımı sordu. Hemen girip okudum profilini. Aşk arıyordu, sadece üç harften oluşmayan, içi dolu, samimi ve sadık bir aşk. Çok memnun etti bu durum beni. Düşüncelerimizin karşılıklı olmasına sevindik. Bir gün sonra görüşmeyi teklif ettim ona. Süreyi uzatamazdım, uzatmadım da. Tatlı bir şekilde kabul etti teklifimi ve birbirimize iyi bir gece dileyip girdik yatağa.
Yatakta bir türlü uyuyamıyordum. Ya görüşünce herşey biterse, ya o benden hoşlanmazsa, ya ben ondan hoşlanmazsam diye kafamda kırk tilki dolaşırken daldım uykuya.
Sabah elimde olmayan bazı nedenlerden ötürü dün gece planladığımız görüşmeyi bir gün daha, yani Pazar gününe, ertelemek zorunda kaldık. Pazar akşamı evde tek olacaktım ve o benim oturduğum semte gelecekti. Akşama kadar sürecek heyecanlı bir bekleyiş başlamıştı bile.
Bizim evin yakınında bir cafede buluşmak için söleşmiştik. O arabayla gelecekti. Yaklaştığında beni arayacak ben de hemen çıkacaktım evden. Aynen bu söylediğim gibi gelişti herşey. Ben evden çıktım sokağın başına, cafeye, doğru yürüdüm. O da arabayla tam o sırada cafenin önüne geldi. Gecenin karanlığında, araba camından onun yüzünü gördüğümde yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Açtım arabanın kapısını hemen onun yanındaki koltuğa oturdum. Öpüştük; sanki çok uzun zamandır görüşememiş ve birbirini özlemiş iki arkadaş edasıyla. Planımıza göre bir cafeye gidip oturacaktık ama malum Pazar günüydü ve tüm cafelerde maç yayını vardı. Bizim evin müsait olduğunu ve isterse bize de gidebileceğimizi teklif ettim. Kabul etti güvenle.
Eve girdiğimizde kahve hazırlamaya başladım, o da mutfağa yanıma geldi. Beyaz çikolata şuruplu nescafelerimizi doldurup onun yanına oturdum ve yaktık karşılıklı bir sigara. İlk izlenim son derece önemliydi. Şimdi o izlenimleri değerlendirme zamanımız gelmişti. İlk söze o başladı. Kafasında hayalini kurduğu, canlandırdığı, uzun zamandır aradığı ve görünce de emin olduğu kişinin ben olduğumu söyledi. Zaman zaman yüzüme bakarak zaman zaman elindeki bardağa ya da sigaraya gözlerini dikerek konuştu benimle. Gözlerimiz her karşılaştığında içimiz gülüyordu. İstemsiz ve kasmadan rahat bırakmaya çalışıyordum kendimi. Ama yapamıyordum. Normal seyrinde atan kalbim onunla göz göze geldiğimizde hızlanıyordu. Heyecan basıyordu damarlarıma. Kendime ve hissettiklerime şaşırıyordum ama bir anlam veremiyordum.
Sonra ben ondaki ilk izlenimlerimi anlatmaya başladım. Anlattıkça anlattık. Kelimelerim kalbimden gelip düşüncelerime karışıyordu. Hiç takılmadan, duraksamadan, içimden gelen kelimeler dökülüyordu. Uzun zamandır blog yazarken bile kullanamadığım kelimelerim şimdi kalbimi doldurup taşırıyordu.
Salona geçtiğimizde omzunu başıma koydu. Yüzü dudaklarıma değiyordu. Bir elim onun sırtını sarmışken diğer elim ellerindeydi. Kafasını yavaşça kaldırdı, dudaklarımız karşılaştı o an. Hafif bir gülümseme eşliğinde birleşti dudaklar. O an bedenim yerinden fırladı. Kalbim kuş olup uçmak istercesine hızlanmış, ruhum dudaklarımdan onun dudaklarına akıyordu. Uzun yıllar sonra ilk defa birini öptüğümde içim eriyordu.
Saniyeler içinde o kadar sık ve ardarda öpüşmeye başladık ki; öpmeye hiçbir zaman doyamayacağımı hissettim. Saat ilerliyordu, gitme zamanı yaklaşıyordu, oysa benim onu göndermeye hiç niyetim yoktu. Daha da sıkı sarıldım belki o zaman gidemez diye. Ama gitme vakti geldiğinde kalktı, üstünü giydi, hazırlandı. Kapıdan çıkmadan önce dudaklarımız tekrar buluştu, doyamıyorduk ikimiz de birbirimizi öpmelere. En kısa zamanda tekrar görüşmek için sözleştikten sonra çıktı evden. O eve gidip bana geldiğini haber verene kadar yatağa uzanmış, sadece gülümsüyordum. Hayatımda üçüncü kez hisettiğim en yoğun ve en gerçek aşktı bu. Düpedüz aşktı.