Bazı yalanlar güzel
Bazı gerçekler acıymış,
Bazı ölümler uzun
Bütün hayatlar kısaymış.
Teoman
Soğuk duvarların sarıp sarmaladığı odada, yatağın kenarında oturuyorsun. Odanın içi alacakaranlık. Sadece uzak bir sokak lambasının soluk ışığı vuruyor duvara. Karanlık geziniyor kanında. İç geçiriyorsun yavaş yavaş, tıpkı seni terkedip yerini kışa bırakan sonbahar gibi. Tıpkı yatağın diğer ucunda yatan çırılçıplak beden gibi. Kesik kesik düşünce bulutları dolaşıyor kafanda. Duvarlar üzerine üzerine geliyor. Hayır istediğin beden bu yatakta yatan beden değil. Çıkıyorsun hemen odadan. Koridor karanlık. Gözlerin yavaş yavaş alışıyor karanlığa. Soluksuz kaldığını hissediyorsun. El yordamıyla yolunu bulmaya çalışıyorsun. Koridordan çıkıp salona geldiğinde balkonun kapısını farkediyorsun. Bir hışımla kapıyı açıp kendini bahçeye bırakıyorsun. Dışarı çıkar çıkmaz bedenine çarpıyor serin hava. Ceketine biraz daha sarılıyorsun, ayakların çıplak! Hızlı birkaç adımdan sonra evi gerinde bırakıyorsun ve duruyorsun. Rüzgar geziniyor bedeninde. Alışık olmadığın kuzeyli bir rüzgar esiyor bu gece. Kış iyice kendini hissettiriyor. Zifiri karanlık ve sessiz bir bahçede tek başına kalıyorsun. Sana sadece rüzgar eşlik ediyor. Arkanı dönüp eve bakıyorsun. Hayır oraya dönmeyi hiç istemiyorsun. Gözlerinden iki damla yaş süzülüyor, ağlıyorsun ama umursamıyorsun. Kalbin bedeninden aşağı doğru süzülürken tüm bedenin karıncalanmaya başlıyor. Bir anda avazın çıktığı kadar bağırmaya başlıyorsun. Nefesinin, ciğerinin yettiği kadar, çığlık çığlığa bağırıyorsun. Sana destek vermek istercesine rüzgar sertleşiyor, daha kuvvetli esmeye başlıyor. Kulaklarının uğultusuna, ağaçların hışırtısına aldırmıyorsun. Rüzgar alıp götürüyor içinden dökülen sonsuz çığlığı, denize ulaşıyor sesin. Dört tarafın denizle çevrili çaresiz birisin şimdi. Sözlerinden vazgeçeli çok oldu. Şimdi sadece sesten ibaretsin. Ayaklarının altındaki toprağa karışıyor gözünden damlayan bir damla yaş. Kimse görmüyor, sadece sen biliyorsun; geç'mişin için toprağa gömdüğün gözyaşını.
Gözlerin daha sık dalıyor uzaklara, daha sık özler oldun kaybettiklerini. Ne geçmişin bir tadı kaldı ne de gelecekten umudun.
Derken evin kapısında O'nu görüyorsun. Çırılçıplak yataktan çıkmış seni bekliyor avluda. Hiçbir şey olmamış gibi gözyaşlarını silip yanına gidiyorsun. Yüzüne bakıyor tek kelime etmeden. Yanağını alıyor avucunun içine. Bir gülümseme beliriyor dudaklarında, istemsiz ve yapmacık. Elini tutuyor sıkı sıkı, alıp seni odaya götürüyor zifiri karanlıkta. Yatağa, O'nun yanına uzandığında kafanı göğsüne dayayıp kapıyorsun gözlerini. Dudağının kenarına kondurulan öpücükte; yanında yatanı değil, geçmişte tek ettiğini hayal ediyorsun, bir de evde aç bıraktığın kedini.
Bozcaada - Ekim 2012