27 Şubat 2011 Pazar

(L)iman


Dünya üzerinde yaşayan herkesin bir Adası olmalı.
Ondan bahsederken “Bu benim Ada’m” diyebilmeli.
Kimininki kıyıya yakın olmalı, en ufak bir tereddütte kaçabilmeli anakaraya.
Kimininki bir hayli uzak olmalı, en yakın kara parçasına gözlerini kısarak bakabilmeli ve yalnızlığıyla başbaşa kalabilmeli insan.
Hatta kimininki yarımada olmalı, hala anakarayla bağlantısını tamamen kesememiş olmalı.
“Bu benim Ada’m” dendiğinde dev dalgaların yaladığı dik yamaçlar gelmeli insanın aklına.
Yada alabildiğine uzanan sapsarı kumsallar...
Ya terkedilmiş olmalı
Ya da asla vazgeçilmemiş.
Derin mavinin ortasında ya yeşil cennet gibi görünmeli
Ya da çorak bir kaya parçasından ibaret olmalı.
Yüzölçümü o kadar büyük olmalı ki, hergün yeni bir koy keşfetmeli
Ya da o kadar küçük olmalı ki, avucunun içi gibi bilmeli insan.
Ve her Ada’nın muhakkak bir limanı olmalı.
Yılın dört mevsimi durmaksızın yolcu ağırlayan yorgun,
Sadece yolunu kaybetmiş gemilere barınak olan sakin
Ya da istisnasız bir ömür bomboş duran köhne bir limanı olmalı her Ada’nın.
Ve bir gün gelecek olanı, yine o limanda bekleyebilmeli insan.
Her ihtimale karşı ya açık denizlerde aramalı ya da limandan hiç ayrılmamalı.

14 Şubat 2011 Pazartesi

(K)ırmızı

Şimdiye kadar hiçbir sevgilime hediye almamıştım,
Sana kısmetmiş...
Şimdiye kadar hiç sana hediye almamıştım,
Sevgililer gününe kısmetmiş ...


Şubat 2011


(J)immy Jib

İlk Sahne:
                  Sarışın adamın yüzünde bir endişe vardır. Gözü saatine takılır.
                  "Daha beş dakika var" der içinden.

O esnada ; Esmer çocuk için su gibi akıp geçen zaman donup kalmıştır sanki.
                  Yüzünde heyecan ve endişe, geceyi izler kaygılı gözlerle...

Son Sahne:
                  Sarışın adamın gözü saatine takılır. "Daha beş dakika var" der içinden.
                  Yüzünde ise endişe vardır.

O esnada ; Esmer çocuk için donup kalan zaman su gibi akıp geçmiştir sanki.
                  Yüzünde heyecan ve endişe, geceyi izler kaygılı gözlerle...


Not:          Her iki sahnede de "Jimmy-Jib" yukarı doğru yükselirken
                 sadece tek bir ses duyulur;
                 uzun ve acı bir tren düdüğü ...

                                                                                          Ocak 2008

                                                  SON                                                        


Jimmy Jib Nedir :
       
        Jimmy Jib, kameranın monte edildiği terazi şeklindeki mekanik cihaz. Düzeneğin bir tarafına ağırlıklar, diğer kısmına ise kamera sabitlenmiştir. Bu düzenek vinç ile benzerlik taşımaktadır. Genellikle yere sabitlenen sistem bazı hallerde tekerlekler yardımıyla hareketli hale getirilebilir. Sistem, manuel ya da dijital olarak kumanda edilebilmektedir. Kullanım amacına göre yükselip alçalarak hızlı ve sarsıntısız biçimde hareket edebilir.

13 Şubat 2011 Pazar

(İ)tiraf

        Eskişehir’den İstanbul’a döndükten sonra O’nunla bir ay boyunca hergün telefonda konuştuk, mesajlaştık. O zamana kadar hiçbir sevgilimle bu kadar yoğun bir iletişim içinde olmamıştım. Aslında bu durum sevdiğim insanı sıkmak istemediğimden kaynaklanıyordu. Devamlı O’nu aramam, mesaj yollamam bir yerden sonra sıkıcı bir durum alabilirdi ama O bunu kendisi yapıyordu, benim de son derece hoşuma gidiyordu. Beni arayıp da ulaşamadığı anlarda telefonumda bir dolu mesaj da oluyordu. Yani ne zaman arasa hemen o an o telefonu açmamı ya da yolladığı mesaja hemen cevap vermemi bekliyordu. Eğer sadistlik boyutlarına ulaşmasaydı O’nu bu konuda uyarma gereği de duymazdım. Ama benim de bir dayanma noktam vardı ve doğal olarak uyarma ihtiyacı duydum. Bu uyarıdan sonra belli bir süre ben aramadan ya da mesaj yollamadan O hiçbir şekilde beni arayıp sormamaya başladı. Klasik taktik hareketleriydi bunlar. Taktiklere takılmadığımız sürece mutluydum çünkü O’ndan hoşlanıyor ve O’nu seviyordum.
        Bir ay sonra ara tatilde kankam İstanbul’a döner dönmez ilk trene atlayıp Eskişehir’e, O’nun yanına gittim. Hiçkimsenin haberi yoktu Eskişehir’de olduğumdan. Üç gün boyunca evden hiç çıkmadık. 72 saat boyunca sadece ben ve O vardık evde. Artık herşeyin resmileştiği bir ilişkiydi bu. Üç günün ardından İstanbul’a dönüşümde, tren istasyonunda, ikimiz de birbirimizden hiç ayrılmak istemiyorduk. Bir daha ne zaman görüşebiliriz, bu ilişkiyi böyle uzaktan nasıl devam ettirebiliriz ve benim kanka sorunumu nasıl aşabiliriz diye düşünerek bindim trene.
        İstanbul’a döndüğümde ilk aradığım kankam oldu. “Görüşmemiz lazım” dedim. Hemen kabul etti. Ev arkadaşıyla aramızda olan şeyleri O’na anlatacak, böylece gay olduğumu itiraf ettiğim ilk arkadaşım O olacaktı. Ama işler benim düşündüğüm gibi gelişmedi. Kankam bizim eve geldiğinde suratı son derece asık ve ağlamaklıydı. Çok zaman geçmeden dökülmeye başladı kelimeler bir bir ağzından. Anlattıkça ağıyordu çünkü kör kütük aşıktı. Hayatımda yaşadığım en büyük şoku o an yaşadım.
        Kankam ve ev arkadaşı bir yıldır sevgililermiş. Ben Eskişehir’e gitmeden önce araları bozulmuş. Ev arkadaşı da benden hoşlanıp, Eskişehir’e gittiğimde bana yazmış. Herşeyin farkındaymış kankam. Benim ev arkadaşına olan hislerimin, ev arkadaşının bana attığı mesajların, aramaların ve bir ay sonra gizli olarak Eskişehir’e gidişimin. (Tren istasyonunda kankamın arkadaşı bizi görmüş).
        O an tüm kelimeler boğazıma düğümlenmişti. Ne demem gerektiğine dair en ufak bir fikrim dahi yoktu. Kankama sinirliydim; bana bu zamana kadar böyle bir durumdan bahsetmemiş olduğu için. Ev arkadaşına sinirliydim; kankamla beni böyle bir duruma düşürdüğü için. Kendime sinirliydim; kankamın gay olduğumu bu şekilde öğrenmiş olduğu için.
        O günden sonra kankamla aram hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Hala merhaba – merhaba’dan öteye geçemiyoruz.  Kendisini bir yıldır hiç görmüyorum. Kankamın ev arkadaşıyla da o günden sonra bir daha hiç konuşmadım. Ara tatil bitip kankam Eskişehir’e döndükten sonra ev arkadaşıyla evlerini ayırdılar ve onlar da bir daha hiç görüşmedi.

4 Şubat 2011 Cuma

(I)rak

        Eskişehir'deki ikinci ve son günümün sabahına uyandığımda oldukça mutluydum. Dün akşam yaşadıklarım yeni bir başlangıcın habercisi olabilirdi. Eğer bu durum böyle olumlu devam eder de bir ilişki başlarsa, ilk defa İstanbul dışında farklı bir şehirden sevgilim olacaktı. Uzak ilişkilerin nasıl yaşandığına dair hiçbir fikrim olmamasına rağmen bildiğim tek şey "gözden ırak olan gönülden de ırak olur" cümlesini söyleyenin hiç kimseyi sevemeyen biri olduğunu düşünmeye başlamamdı.
        Eskişehir'deki ikinci günümde de ilk günde olduğu gibi ben, kankam ve ev arkadaşıyla beraber şehri turladık. Porsuk civarında biraz oturduktan sonra eve döndüğümüzde üçümüzün de pestili çıkmıştı. Benim İstanbul'a dönüş tren saatime kadar evde geçireceğimiz zamanı böylece dinlenmek için kullanabilecektik. Kankam duşa girerek yorgunluk atmayı düşünmüştü. Bu durum benim ve kankamın ev arkadaşı için bulunmaz bir fırsattı. En azından belli bir süre rahat olabilecektik. Kankam duşa girer girmez ev arkadaşı yanıma geldi ve bana sarıldı. Ben son derece mutluydum tabiki bu durumdan.
        Bir an duraksadı ve "Bugün sabahtan beri senin için bir şarkı söyleyip duruyorum ama hiç farketmedin." dedi. Gerçekten dikkat etmemiştim. Ayrıntılarda yaşayan bir insan olarak böyle bir detayı kaçırmış olmama şaşırarak "Neydi şarkı?" diye sordum hemen. O an kulağıma eğilip şarkının sözlerini fısıldamaya başladı...
Kimler geçerken içimden
Bir sen vardın melekleri imrendiren.
Hiç gelme gideceksen
Ürkek buz tanesi, zamanın gelince
Eriyeceksen ...
        Tren istasyonuna gidene kadar ikimizin de dilinde aynı şarkı dolanıp durdu. İstasyona geldiğimizde çok üzgün bir ifadesi vardı. Ne oldu diye sorular soranlara cevap vermek yerine sessizliğini korumaya devam ediyordu. Veda vakti geldiğinde önce kankama sarıldım sıkı sıkı. Üç yıldır ısrar ediyordu ve ben sonunda Eskişehir'e gelmiş gidiyordum. Sıra ev arkadaşına gelince O'na daha bir sıkı sarıldım. Birbirimize bakıp gülümsedik. Kolundaki bilekliği çıkarıp benim bileğime takarken "Bu benden sana Eskişehir hatırası olsun" dedi. Teşekkür edip trendeki koltuğumda yerimi aldım. Acı düdük duyuldu ve tren ağır ağır İstanbul'a doğru yola koyuldu. Tekrar Eskişehir'e O'nun için geleceğimi bilerek mutlu bir şekilde ayrıldım yanlarından.
        Kulaklıklarımı kulağıma takıp müzik dinlemeye başlamadan hemen önce bir mesaj geldi. Büyük bir heyecanla açtım mesajı, yollayan kankamdı, mesaj çok açık ve netti : "Ev arkadaşımla aranızda ne geçti?" Kankam benim gay olduğumu bilmediği için bu mesaja çok genel-geçer bir cevap vermeliydim, öyle de yaptım: "Sadece kafalarımız çok uyuyordu, çok iyi anlaştık hepsi bu." Kankamdan gelen cevap gecikmedi. Verdiği cevabı okuduğumda birşeylerin ters gittiğini hissetmiştim:

" Bir daha üçümüz aynı ortamda bulunmayalım, o yüzden ben mezun olana kadar bir daha Eskişehir'e gelmeni istemiyorum."

Mesajın ardından kafamı kaldırıp "peki ya şimdi" diye düşünmeye başladığımda kulağımda Pilli Bebek'ten o unutamadığım şarkı çalıyordu;

Yorgun gecelerin ardından
Hep aynı yere dönerken
Islak sokaklar boyu düşündüm.
Solmuş insanların yüzünden
Gülümseme beklerken
Tren yolları boyu düşündüm.


              to be continued ...