Dünya üzerinde yaşayan herkesin bir Adası olmalı.
Ondan bahsederken “Bu benim Ada’m” diyebilmeli.
Kimininki kıyıya yakın olmalı, en ufak bir tereddütte kaçabilmeli anakaraya.
Kimininki bir hayli uzak olmalı, en yakın kara parçasına gözlerini kısarak bakabilmeli ve yalnızlığıyla başbaşa kalabilmeli insan.
Hatta kimininki yarımada olmalı, hala anakarayla bağlantısını tamamen kesememiş olmalı.
“Bu benim Ada’m” dendiğinde dev dalgaların yaladığı dik yamaçlar gelmeli insanın aklına.
Yada alabildiğine uzanan sapsarı kumsallar...
Ya terkedilmiş olmalı
Ya da asla vazgeçilmemiş.
Derin mavinin ortasında ya yeşil cennet gibi görünmeli
Ya da çorak bir kaya parçasından ibaret olmalı.
Yüzölçümü o kadar büyük olmalı ki, hergün yeni bir koy keşfetmeli
Ya da o kadar küçük olmalı ki, avucunun içi gibi bilmeli insan.
Ve her Ada’nın muhakkak bir limanı olmalı.
Yılın dört mevsimi durmaksızın yolcu ağırlayan yorgun,
Sadece yolunu kaybetmiş gemilere barınak olan sakin
Ya da istisnasız bir ömür bomboş duran köhne bir limanı olmalı her Ada’nın.
Ve bir gün gelecek olanı, yine o limanda bekleyebilmeli insan.
Her ihtimale karşı ya açık denizlerde aramalı ya da limandan hiç ayrılmamalı.