27 Kasım 2011 Pazar
(O)rta Şekerli
Hayatın en hüzünlü anı;
Mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır.
26 Kasım 2011 Cumartesi
özledi(M)
Hani vardır ya Issız Adam filminin o unutulmaz sahnesi; erkek kıza ayrılmak istediğini söyler, "ayrılalım" der, tek kelimeyle bitirir işi. Kız önce anlamaz, saçmalar, sonra çakar durumun vahimetini. Bilir son cümle söylenmiştir; sevse bile yalvarmak bi'çaredir. Sayar söver erkeğe, bağırır çağırır, yıkar döker ortalığı, zabada zubada... Tüm sinir stresini attıktan sonra çıkar gider kapıdan. Erkek koşar peşinden; o bilindik, klasik yalanlarını savurur ortalığa. Kız uyanıktır, yemez! Bitmişse bitmiştir onun için. İki havalı cümle söyleyip basar gider erkeğin yanından.
Erkek alışık değildir bu ilişki ayaklarına; raconuna terstir. Yalnızlığa alışmıştır o. Hergün yeni biriyle tanışmak, yatıp kalkmak, sorumluluk almamak, kendi hayatını yaşamak filan fişmekan gibi şeylerin peşindedir. Evet kızı sevmiştir. Ya da sevmeyi denemiştir. Hayatından çıkmasını istememiştir ama buna da engel olmamıştır.
Kız deseniz ayrı bi dünya! Filmde göremediğimiz ama sonrasında kızın ağzından dinlediğimiz sahneler gelir ardı ardına. Erkekten ayrıldıktan sonra neler yaptığını anlatır. Biraz abartır, ama sevmiştir işte. Bi'gün unutur, sonra başka birine aşık olur.
Filmin asıl koptuğu sahne ise; erkeğin artık kızı tamamen unuttuğunu düşündüğü en zamansız zamanda, temizlikçi kadının bulup da diş fırçalığın içine koyduğu kızın tokası sahnesidir. Erkeğin eli çarpar, diş fırçalarını koyduğu zamazingo düşer. Bir anda kızın tokası ortaya çıkar. Erkek görür tokayı, sonrasında deli gibi özler kızı! Anıra anıra ağlamaya başlar; evet hasretlik kolay değildir ama olan olmuştur.
Özlemek güzeldir efendim! İster bağıra çağıra ağlamaklı olsun, ister sessizce anlık duygu geçişi olsun; özlemek güzeldir!
PS1: Çağan Irmak'ın bu haftasonu vizyona giren "Dedemin İnsanları" filmi şiddetle merak edilmektedir. Saygılarımla. Nokta. Bitti!
PS2: (M) harfini unutup atlamak da varmış şu blogu yazarken, yazıklar olsun bana! Tüüü!
=]
24 Kasım 2011 Perşembe
19 Kasım 2011 Cumartesi
(L)ullaby
Adın dilimde yankılanır dar gelen gecelerimin sabahında. Saatler bir o kadar ağır işler, seni aklıma daha çok mıhlamak istercesine. Çıkaramam aklımdan seni sabahı hiç gelmeyen koyu siyah zifiri gecelerde. Bir balgam gibi atasım gelir seni boğazımdan, öksürdükçe boğazıma düğümlenirsin, ta ki ses'imi kesene kadar.
Saklarım ben içimde seni. Kimsecikler göremez, bilemez. Anlayamazlar ne beni ne de içimdeki seni. Döksem içimdekileri; bilirim ucuz bulurlar seni. Korkarım o yüzden seni özlediğim gecelerde. Birileri duyar da gelir diye ses'siz ağlarım. Duvarlar şahidim olur, tıpkı daha önce birçok şeye şahit oldukları gibi. Soğuktur, tepkisizlerdir ama herşeyimi bir onlar bilir. Yargılamaz, sorgulamaz sadece dinlerler.
Gözlerin gelir aklıma. Gecenin siyahına karışan o kara gözlerin. Alabildiğine sonsuz bulurum onları. Sadece gözlerinin içine bakıp binlerce karamsar şiir yazabilirim; beni, seni ve bizi anlatan. Birçok cümle kurup, hepsini üç noktayla bitirebilirim. Kifayetsizlikten değil, kelimelerin yetmediğindendir bu. Belki sen doldurursun yarım bıraktığım kelimeleri kimbilir.
Yüzün gölgeler gecemi. Ansızın beliren, saatlerce bilinçaltımı kemiren o hatsız ve sonsuz yüzün. İşte o geceler fırlarım yataktan. Camı açarım hızlıca, ister dondurucu soğuk olsun ister ılık meltem içime çekerim havayı hoyratça. Hep böyle gecelerde camı açtığımda bembeyaz şehirle karşılaşmayı umut ederim. Çünkü bilirim senin en saf ve temiz haline benzer karla kaplı şehirler. Ağzımdan çıkan buhara aldırmayıp bir sigara çakarım geceye. Kibrit yanıp biterken zehirlerim tertemiz, el değmemiş, saf ve bembeyaz şehri.
Gece oyun oynar bana, sana benzetirim karanlıktaki gölgeleri. Beyaz ruyaya lanet okurum, benden çaldığı hayallerim için. Bir iz bir işaret ararım... çıt çıkmaz. Sinirlenirim kendime. Elimin tersiyle fırlatırım sigaramı soğuk beyaz zemine. Yere değdiği an söner gider umarsızca.
Seni özlerim ben;
ne kelimeyle
ne sesle
ne de görüntüyle.
Sadece içimden;
ses'sizce...
12 Kasım 2011 Cumartesi
(K)ış
Çocuk avuçlarım sığındı yine mülteci ceplerime.
Bir şeyler bekliyor beni ; yeni bir mevsimin içinden geçer gibi,
anne sütünden dün kesilmiş gibi
yada baharda ölmek gibi bir şeyler bekliyor sanki beni.
Sabitleniyorum durduk yere kendime,
uyandığım yatak,baktığım güneş,içtiğim kahve
ve dökülen yapraklar sonbaharı fısıldıyor kulaklarıma.
İstasyonda tren bekleyen evsiz bir bedene sarılır uyanıyorum yarı saydam rüyalarımdan.
O vakit hiçbir yatak toplamıyor beni
ve artık pencerem aralıkken bile üşüyorum bağıra çağıra kış geliyor işte.
Yalın ayak dolaşıyorum kendi içimde,
sanki siyah beyaz bir filmde alt yazı unutulmuş gibi sessizim odalarda.
Bir kahve fincanının sapı kadar sıcağım sadece.
Mektuplar yazıyorum zarfların üzerine.
Saclarım dağılıyor artık camdan sarkarken ,
anladım ki mevsim iç geçiriyor hafif hafif..
Bir şeyler değişiyor dünya üstünde,
sanki birileri doğuyor bana çok uzak bir ülkenin başkentinde,
çocuğun adı 'Sen'..
İçim düşüyor yüksek bir menzilden,
telefonlarım acık unutulmuş gibi sessiz bu aralar
ve akşam üstü hiç olmadığı kadar güneşsiz..
Ve ben de ona inat bir o kadar düşsüz,
biraz da kelimesizim bu aralar.
Saclarım sakallarıma karıştı yine,
bakmıyorum uyanır uyanmaz aynalara artık,
tutamıyorum verdiğim hiçbir sözü.
Acizim,kendimden dışarıya adım bile atmaya.
Salıncak kurdum bu yüzden tam kapımın eşiğine
Öne düşsem kendimden kaçacaktım,
arkaya düşsem çocukluğuma dönecektim
Ben sallanmayı seçtim,durunca saçlarımı kestim..
Sen sanki inip kalkan göğsümde dönüp duran nefestin,
Tam seni düşünürken bir saksım olsun istedim,
Bir ' sebep ' dikerdim içine
ve cam önünde kışı seyrederdik usul usul diye düşledim…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)